Anayasa’daki hakların etkili bir biçimde korunması için, davaya bakan yargı
yerlerinin tarafların taleplerini, iddialarını, delillerini etkili bir biçimde inceleme görevleri
vardır.
KARARIN TAM METNİ:
Anayasa Mahkemesi
Başvuru No: 2013/500
Karar Tarihi: 20/03/2014
I. BAŞVURUNUN KONUSU
1. Başvurucu, yargılandığı ceza davasından beraat ettiğine ilişkin kararda vekalet
ücretine hükmedilmemesi nedeniyle kararı temyiz etmesinden sonraki dönemde
7/7/2012 tarihinde yürürlüğe giren 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi
Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen
Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun’un geçici 1. maddesinin
(1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca, kovuşturmanın ertelenmesine karar
verildiğini ve bu nedenle adil yargılanma hakkı ile masumiyet karinesinin ihlal
edildiğini ileri sürmüştür.
II. BAŞVURU SÜRECİ
2. Başvuru, 10/1/2013 tarihinde Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi vasıtasıyla
yapılmıştır. Dilekçe ve eklerinin idari yönden yapılan ön incelemesi neticesinde
başvurunun Komisyona sunulmasına engel bir eksikliğin bulunmadığı tespit edilmiştir.
3. Birinci Bölümün Üçüncü Komisyonunca, 18/3/2013 tarihinde kabul edilebilirlik
incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına ve dosyanın Bölüme gönderilmesine karar
verilmiştir.
4. Bölüm tarafından 13/6/2013 tarihinde yapılan toplantıda kabul edilebilirlik ve
esas incelemesinin birlikte yapılmasına karar verilmiştir.
5. Başvuru konusu olay ve olgular 24/6/2013 tarihinde Adalet Bakanlığına
bildirilmiştir. Adalet Bakanlığı görüşünü 26/7/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine
sunmuştur.
6. Adalet Bakanlığı tarafından Anayasa Mahkemesine sunulan görüş başvurucuya
29/7/2013 tarihinde bildirilmiştir. Başvurucu, Bakanlık görüşüne karşı beyanlarını
16/8/2013 tarihinde Anayasa Mahkemesine sunmuştur.
III. OLAY VE OLGULAR
A. Olaylar
7. Başvuru formu ve eklerinde ifade edildiği şekliyle olaylar özetle şöyledir:
8. 22/3/2009 tarihinde Eskişehir’de yapılan bir açık hava toplantısı sırasında
başvurucunun da aralarında bulunduğu bir grup şüpheli hakkında terör örgütü
propagandası yapmak suçlamasıyla soruşturma başlatılmıştır.
9. Evrakı inceleyen Eskişehir Cumhuriyet Savcılığı, 18/8/2009 tarih ve
Soruşturma No.2009/9164, K.2009/57 sayılı kararla, atılan sloganların yasadışı PKK
örgütünün propagandası niteliğinde olduğunu, şüphelilere isnat edilen bu eylemlerin
soruşturmasının CMK 250. madde ile görevli ve yetkili Ankara Cumhuriyet
Başsavcılığınca yapılması gerektiğini belirterek görevsizlik kararı vermiştir.
10. CMK 250. madde ile görevli Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, 10/9/2009 tarih
ve Sorgu No.2009/454, E.2009/229, İddianame No.2009/128 sayılı iddianamesiyle,
terör örgütü PKK/KONGA-GEL propagandası yaptıkları iddiasıyla başvurucunun da
dâhil olduğu toplam dokuz şüpheli hakkında 12/4/1991 tarih ve 3713 sayılı Terörle
Mücadele Kanunu’nun 7. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca cezalandırılmaları talebiyle
dava açmıştır.
11. İddianamede, söz konusu örgütün bölücü ve bölgeci bir terör örgütü olduğu,
şüphelilerin nevruz kutlamasını bahane ederek bu örgütün propagandasını yaptıkları, bu
kapsamda başvurucunun, “Geliyor Geliyor Apocular Geliyor-Biji Serok Apo” şeklinde
terör örgütü ve onun elebaşını övücü sloganlar attığı iddia edilmiştir. Suç delili olarak
kolluk tarafından tutulan bir tespit tutanağı, CD, görüntü çözüm metni ve bir kısım
fotoğraflar sunulmuştur.
12. Dava, Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinde görülmüştür. Mahkeme,
16/2/2012 tarih ve E.2009/321, K.2012/26 sayılı kararla, sanıklardan beşinin
mahkumiyetine; başvurucuyla birlikte dört sanığın ise beraatlarına karar vermiştir.
Gerekçenin başvurucuyla ilgili kısmında, başvurucunun isnat olunan suçu işlediğine
dair kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı belirtilmiştir.
13. Başvurucu vekili, 23/2/2012 tarihli dilekçesiyle, Avukatlık Asgari Ücret
Tarifesi uyarınca, beraat eden müvekkili lehine avukatlık ücretine hükmedilmemesi
nedeniyle kararın bozulması istemiyle kararı temyiz etmiştir.
14. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 26/7/2012 tarih ve 9-2012/129377 sayılı
yazıyla dosyayı mahkemesine iade etmiştir. Yazıda, 6352 sayılı Kanun’un geçici 2.
maddesi gereğince sanığın hukuki durumunun yeniden takdirinde zorunluluk bulunduğu
belirtilmiştir.
15. İade üzerine başvurucunun vekilinin de katıldığı davanın duruşması 2/11/2012
tarihinde gerçekleştirilmiştir. Bu celsede başvurucunun vekili, müvekkilinin beraat
etmiş olduğunu ifade ederek yeniden beraat kararı verilmesini talep etmiştir.
16. Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi, 2/11/2012 tarih ve E.2012/216, K.
2012/221 sayılı kararla, 6352 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (b) bendi uyarınca, başvurucu ve önceki kararda mahkûmiyetlerine
hükmedilen beş sanık hakkında kovuşturmanın ertelenmesine karar vermiştir.
Mahkemenin gerekçesi şöyledir:
“Sanıklar Ali Atlı, M.T., M.V.Z., O.Y., S.A. ve M.A hakkında, yukarıda açıklandığı üzere
"terör örgütü propagandası yapmak" suçundan kamu davası açılmış olup yargılama
aşamasında suç tarihinden sonra yürürlüğe giren 6352 sayılı kanun ile getirilen düzenlemeler
dikkate alınarak sanıkların hukuki statüsü değerlendirilmesi gerekmektedir.
Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve
Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında ki
6352 Sayılı Kanunun Geçici 1. Maddesinde;
…
düzenlemesinin getirildiği anlaşılmıştır.
Sanıklar Ali Atlı, M.T., M.V.Z., O.Y., S.A. ve M.A hakkında iddia olunan eylem ve
faaliyetleri sebebiyle haklarında terör örgütünün propagandasını yapmak suçundan kamu
davası açılmış olup açılan davanın suç tipi ve suç tarihi itibarıyla 6352 sayılı yasanın Geçici
1.maddesinin (1).fıkrası kapsamında yer alan "sair düşünce ve kanaat açıklaması yöntemleriyle
işlenmiş olması halinde" demek suretiyle iddia olunan eylemin yasa kapsamına girdiği
anlaşılmış olup sanıklar hakkında açılan kamu davasının aynı yasanın Geçici
(1). maddesinin 1/(1-b) fıkrası uyarınca "Kovuşturmanın Ertelenmesine" karar verilmesi
gerektiği kanaatine ulaşılmış ve aşağıdaki şekilde hüküm tesis olunmuştur.”
17. Başvurucunun vekili bu karara itiraz etmiştir. Gerekçe olarak beraat ve
lekelenmeme hakkına atıfta bulunmuş, 4/12/2004 tarih ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi
Kanunu’nun 223. maddesinin (9) numaralı fıkrası gereğince derhal beraat kararı
verilmesine engel bir durumun bulunmadığını savunmuştur.
18. İtirazı inceleyen Ankara 12. Ağır Ceza Mahkemesi, dosya üzerinden yaptığı
inceleme sonucunda vermiş olduğu 6/12/2012 tarih ve 2012/485 Değişik İş sayılı
kararla, usul ve yasaya aykırılık görülmediğinden itirazın reddine karar vermiştir.
Mahkemenin gerekçesi şöyledir:
“Dosyanın incelenmesinden; sanık Ali ATLI hakkında "Terör Örgütü Propagandası
Yapmak" suçundan Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 2009/321 Esas sayılı dosyası yürütülen
yargılama sonucunda Mahkemenin 16/02/2012 tarih ve 2012/26 Karar sayılı ilamı ile beraatına
karar verildiği, kararın sanık müdafisi Av. S.D. tarafından vekalet ücreti yönünden temyiz
edilmesi üzerine 24/04/2012 tarihinde dosyanın Yargıtay'a gönderildiği,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 26/07/2012 tarih ve 9-2012/129377 sayılı yazısı ile
6352 Sayılı Yasa yönünden değerlendirme yapılmak üzere dosyanın Mahkemeye iade edildiği,
Mahkemenin 02/11/2012 tarih, 2012/216 Esas ve 2012/221 Karar sayılı kararıyla 6352 Sayılı
Kanunun Geçici Madde 1/(1-b) maddesi gereğince sanık hakkındaki kovuşturmanın
ertelenmesine karar verildiği, sanık müdafisinin dilekçesiyle bu karara itiraz ettiği anlaşılmıştır.
İtiraz dilekçesi, yargılama dosyası ile Mahkeme kararındaki gerekçe birlikte
değerlendirildiğinde itiraza konu kararda usul ve yasaya aykırılık görülmediğinden sanık
müdafisinin itirazının reddine karar verilmiş ve aşağıdaki karar tesis olunmuştur.”
19. Bu karar, 12/12/2012 tarihinde başvurucunun vekiline tebliğ edilmiştir.
20. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı 7/12/2012 tarihinde 6352 sayılı Kanun’un
geçici 1. ve 2. maddeleri uyarınca “Talî Karar Fişi” başlıklı bir belge düzenlemiştir. Üç
bölümden oluşan bu fişin ilk bölümünde başvurucunun kimlik bilgilerine, ikinci
bölümde talî karar konusu suça ilişkin bilgilere (talî karar konusu suçun tarihi ile asıl
karardaki sevk maddeleri) ve nihayet son bölümde de talî karar hakkındaki bilgilere
(kararı veren mahkeme, kararın tarih ve numarası ile kovuşturmanın ertelenmesine
ilişkin bilgi) yer verildiği görülmüştür.
B. İlgili Hukuk
“(1) 31/12/2011 tarihine kadar, basın ve yayın yoluyla ya da sair düşünce ve kanaat
açıklama yöntemleriyle işlenmiş olup; temel şekli itibarıyla adlî para cezasını ya da üst sınırı
beş yıldan fazla olmayan hapis cezasını gerektiren bir suçtan dolayı;
a) Soruşturma evresinde, 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun
171 inci maddesindeki şartlar aranmaksızın kamu davasının açılmasının ertelenmesine,
b) Kovuşturma evresinde, kovuşturmanın ertelenmesine,
c) Kesinleşmiş olan mahkûmiyet hükmünün infazının ertelenmesine,
karar verilir.
(2) Hakkında kamu davasının açılmasının veya kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilen
kişinin, erteleme kararının verildiği tarihten itibaren üç yıl içinde birinci fıkra kapsamına giren
yeni bir suç işlememesi hâlinde, kovuşturmaya yer olmadığı veya düşme kararı verilir. Bu süre
zarfında birinci fıkra kapsamına giren yeni bir suç işlenmesi hâlinde, bu suçtan dolayı
kesinleşmiş hükümle cezaya mahkûm olunduğu takdirde, ertelenen soruşturma veya
kovuşturmaya devam olunur.
…
(4) Bu madde hükümlerine göre cezanın infazının ertelenmesi hâlinde erteleme süresince
ceza zamanaşımı durur; kamu davasının açılmasının veya kovuşturmanın ertelenmesi hâlinde,
erteleme süresince dava zamanaşımı ve dava süreleri durur.
…
(8) Bu madde hükümlerine göre kamu davasının açılmasının, kovuşturmanın veya
cezanın infazının ertelenmesi kararlarının verildiği hâllerde, bu suçlar 26/9/2004 tarihli ve
5237 sayılı Türk Ceza Kanununun erteleme ve tekerrüre ilişkin hükümlerinin uygulanmasında
göz önünde bulundurulmaz.”
22. 6352 sayılı Kanun’un geçici 2. maddesinin (1) ve (2) numaralı fıkraları
şöyledir:
“(1) Bu Kanunda yapılan değişiklikler karşısında; ilgili suçlardan dolayı açılan ve temyiz
aşamasında bulunan dava dosyalarından Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında bulunanlar,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca; Yargıtay ilgili dairesinde bulunan dosyalar ise bu
dairece, hükmü veren mahkemeye gönderilir.
(2) Abonelik esasına göre yararlanılabilen elektrik enerjisinin, suyun ve doğal gazın
sahibinin rızası olmaksızın ve tüketim miktarının belirlenmesini engelleyecek şekilde tüketilmesi
dolayısıyla bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla hakkında hırsızlık suçundan dolayı
kovuşturma yapılan veya kesinleşmiş olup olmadığına bakılmaksızın hakkında hüküm verilen
kişinin, bu Kanun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay içinde, zararı tamamen tazmin
etmesi hâlinde, hakkında cezaya hükmolunmaz, verilen ceza tüm sonuçlarıyla ortadan kalkar.”
23. 4/4/1929 tarih ve 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 326.
maddesinin dördüncü fıkrası şöyledir:
“Hüküm yalnız sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 291 inci
maddede gösterilen kimseler tarafından temyiz edilmişse yeniden verilen hüküm, evvelki
hükümle tayin edilmiş olan cezadan daha ağır olamaz.”
24. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun (YCGK) 18/9/2012 tarih, E. 2012/5.MD-420
K.2012/1771 sayılı kararının ilgili kısmı şöyledir:
“Sanıkların rüşvet suçundan cezalandırılmalarına karar verilen somut olayda, Yargıtay
Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, sanıkların eylemlerinin rüşvet
suçunu oluşturup oluşturmadığının belirlenmesine ilişkin ise de, Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27.
maddesi uyarınca, öncelikle;
1) 05.07.2012 gün ve 28344 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 6352
sayılı Yasanın Geçici 2. maddesinin birinci fıkrası ile yapılan düzenlemenin rüşvet suçunu da
kapsayıp kapsamadığı, 2) Düzenlemenin rüşvet suçunu kapsamadığının kabulü halinde ise 6352
sayılı Yasanın 87. maddesi ile TCY'nın 252. maddesinde yapılan değişiklik nedeniyle sanıkların
hukuki durumunun değerlendirilmesi amacıyla işin esasına girilmeden bozma kararı mı
verileceği, yoksa dosyanın esastan incelenerek suçun oluşumu, sübutu ve uygulamanın
denetlenip lehe yasa değerlendirmesi yapılarak ortaya çıkan sonuca göre mi karar verileceğinin
ön sorun olarak ele alınması gerekmiştir.
Uyuşmazlığın sağlıklı bir hukuksal çözüme kavuşturulabilmesi için, 6352 sayılı Yasanın
Geçici 2. maddesinin birinci fıkrası ile yapılan düzenlemenin, rüşvet suçunu da kapsayıp
kapsamadığı ve düzenlemenin rüşvet suçunu kapsamadığının belirlenmesi halinde ise anılan
Yasanın 87. maddesi ile 5237 sayılı TCY'nın 252. maddesinde yapılan değişiklik nedeniyle
sanığın hukuksal durumunun değerlendirilmesi amacıyla işin esasına girilmeden bozma kararı
mı verileceği, yoksa dosyanın esastan incelenerek suçun oluşumu, sübutu ve uygulamanın
denetlenip lehe yasa değerlendirmesi yapılarak ortaya çıkan sonuca göre mi karar verileceğine
ilişkin uyuşmazlık konularının birlikte değerlendirilmesinde fayda bulunmaktadır.
6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi
Hakkındaki Yasanın Geçici 2. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında;
"Bu Kanunda yapılan değişiklikler karşısında; ilgili suçlardan dolayı açılan ve temyiz
aşamasında bulunan dava dosyalarından Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında bulunanlar
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca, Yargıtay ilgili dairesinde bulunan dosyalar ise bu dairece
hükmü veren mahkemeye gönderilir.
Abonelik esasına göre yararlanılabilen elektrik enerjisinin, suyun ve doğalgazın sahibinin
rızası olmaksızın ve tüketim miktarının belirlenmesini engelleyecek şekilde tüketilmesi
dolayısıyla, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla hakkında hırsızlık suçundan dolayı
kovuşturma yapılan veya kesinleşmiş olup olmadığına bakılmaksızın hakkında hüküm verilen
kişinin, bu Kanun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay içinde, zararı tamamen tazmin
etmesi hâlinde, hakkında cezaya hükmolunmaz, verilen ceza tüm sonuçlarıyla ortadan kalkar"
hükmüne yer verilmiştir.
Uyuşmazlığın sağlıklı bir şekilde çözümlenmesi için öncelikle 6352 sayılı Yasanın Geçici
Komisyonca hazırlanan madde metni; "Bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla, elektrik
enerjisi, su ve doğalgaz hırsızlığı nedeniyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında bulunan
dosyalar Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca, Yargıtay ilgili dairesinde bulunan dosyalar ise
bu dairece, hükmü veren mahkemeye gönderilir" şeklinde iken; Adalet Komisyonunca, "Alt
Komisyon metninin geçici ikinci maddesi, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten önce yürütülen
kovuşturmalar veya hakkında hükmolunan cezalarla ilgili olarak, ilgililerin etkin pişmanlık
hükümlerinden yararlanmalarını teminen intikal hükümlerini içeren değişikliğin yapılması
amacıyla verilen önergenin kabulüyle Komisyonumuzca kabul edilmiştir" şeklindeki açıklama
ile kabul edilen düzenleme ise,
"1) Bu Kanunda yapılan değişiklikler karşısında; ilgili suçlardan dolayı açılan ve temyiz
aşamasında bulunan dava dosyalarından Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında bulunanlar,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca; Yargıtay ilgili dairesinde bulunan dosyalar ise bu
dairece, hükmü veren mahkemeye gönderilir.
2) Abonelik esasına göre yararlanılabilen elektrik enerjisinin, suyun ve doğal gazın
sahibinin rızası olmaksızın ve tüketim miktarının belirlenmesini engelleyecek şekilde tüketilmesi
dolayısıyla bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla hakkında hırsızlık suçundan dolayı
kovuşturma yapılan veya kesinleşmiş olup olmadığına bakılmaksızın hakkında hüküm verilen
kişinin, bu Kanun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay içinde, zararı tamamen tazmin
etmesi hâlinde, hakkında cezaya hükmolunmaz, verilen ceza tüm sonuçlarıyla ortadan kalkar"
şeklinde geçici ikinci maddenin ilk iki fıkrasının yasalaşmış hali olup, Türkiye Büyük Millet
Meclisindeki görüşmeler sırasında maddeye ayrıca başka fıkralar da eklenmiştir.
6352 sayılı Yasanın genel gerekçesinde; "yargı hizmetlerinin hızlandırılması amacıyla
bugüne kadar yapılan düzenlemelerin devamı niteliğinde olan bu tasarı, icra - iflas, ceza ve
idarî yargı mevzuatının uygulanmasından kaynaklanan bazı sorunlara çözüm getirmek amacıyla
hazırlanmıştır" açıklamasına yer verilmek suretiyle, bu Yasanın yargı hizmetlerinin
hızlandırılması amacıyla hazırlandığının belirtilmiş olması, anılan Yasa ile elektrik enerjisi
hakkında hırsızlık suçu tamamen değiştirilerek karşılıksız yararlanma suçuna dönüştürülürken,
diğer suçlarda yapılan değişikliklerde ise, suç oluşturan eylemin başka bir suça
dönüştürülmelerinin söz konusu olmaması ve anılan Yasanın Geçici 2. maddesinin bir ve ikinci
fıkralarının birlikte değerlendirilmesinde, yasa koyucunun asıl amacının yalnızca karşılıksız
yararlanma suçuna dönüştürülen elektrik enerjisi, su ve doğalgaz hakkında hırsızlık suçlarına
ilişkin dosyaların ilgili merci tarafından incelenmeksizin kararı veren mahkemeye gönderilmesi
olduğu kabul edilmelidir.
Karşılıksız yararlanmaya dönüşen hırsızlık suçları dışında kalan suçların da aynı Yasanın
Geçici 2. maddesinin birinci fıkrası kapsamında kaldığının kabulü, dosyaların yeniden ele
alınması ve yargılamaların uzaması sonucunu doğuracaktır ki, bu durum Türkiye Cumhuriyeti
Anayasasının 141. maddesinin dördüncü fıkrasının; "davaların en az giderle ve mümkün olan
süratle sonuçlandırılması, yargının görevidir" şeklindeki düzenlemesi ile usul ekonomisine
aykırı olacak, yargılamanın uzamasına ve yeni yargılama giderlerine yol açacak, aynı zamanda
Anayasanın 90. maddesi uyarınca iç hukuk normu haline gelen ve yasaların aynı konuda farklı
düzenleme getirmesi durumunda bile uygulanması zorunlu olan Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesinin "Adil Yargılanma Hakkı" başlıklı 6. maddesinin "herkes gerek medeni hak ve
yükümlülükleri ile ilgili nizalar, gerekse cezai alanda kendisine karşı serdedilen bir isnadın
esası hakkında karar verecek olan kanuni, müstakil ve tarafsız bir mahkeme tarafından
davasının makul bir süre içinde hakkaniyete uygun ve aleni surette dinlenmesini istemek hakkını
haizdir" şeklindeki hükmüne de aykırılık oluşturacaktır.
Bu itibarla, 6352 sayılı Yasanın Geçici 2. maddesinin birinci fıkrasının sadece karşılıksız
yararlanmaya dönüşen hırsızlık suçlarını kapsadığına ve anılan Yasa ile değiştirilen ve
karşılıksız yararlanmaya dönüşen hırsızlık suçları dışında kalan suçlara ilişkin dosyaların ise
esasının incelenmesine karar verilmelidir.
…
Ön sorunların bu şekilde çözülmesinden sonra dosyanın esastan incelenerek sanıkların
eylemlerinin rüşvet suçunu oluşturup oluşturmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
…
Uyuşmazlığın bu şekilde çözüme kavuşturulmasından sonra rüşvet suçunu
düzenleyen TCY'nın 252. maddesinde hüküm tarihinden sonra yürürlüğe giren 6382 sayılı
Yasanın 87. maddesi ile değişiklik yapılması karşısında temyiz aşamasında gerçekleşen bu
değişiklik nedeniyle lehe yasa değerlendirilmesinin hangi esaslara göre yapılacağının
belirlenmesi gerekmektedir.
1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Yasasının “zaman
bakımından uygulama” başlıklı 7. maddesi aynı tarihte, yürürlükten kalkmış bulunan 765 sayılı
Türk Ceza Yasasının 2. maddesine benzer şekilde düzenlenmiş olup, her iki maddede de; ceza
hukuku kurallarının yürürlüğe girdikleri andan itibaren işlenen suçlara uygulanacağına ilişkin
ileriye etkili olma prensibi ile bu ilkenin istisnasını oluşturan, "failin lehine olan yasanın
geçmişe etkili olması", “geçmişe etkili uygulama” veya “geçmişe yürürlük” ilkesine de yer
verilmiştir.
Bu ilke uyarınca, suçtan sonra yürürlüğe giren ve fail lehine hükümler içeren yasa,
hükümde ve infaz aşamasında dikkate alınmalıdır.
Gerek öğretide gerekse yargısal kararlarda; “hapis cezasını öngören yasanın, adli para
cezası kabul eden yasaya göre”, aynı nev’i ceza içeren yasalardan; “yukarı sınırları aynı, aşağı
sınırı fazla olanın, aşağı sınırı az olan yasaya göre” “aşağı sınırları aynı, yukarı sınırı fazla
olanın, üst sınırı az olana göre” “alt ve üst sınırlarının farklı olması halinde, üst sınırı fazla
olanın, az olana göre” aleyhe olduğu kabul görmektedir. Yine, şikâyete tabi olan suçu, kamu
adına kovuşturulması gereken suç haline getiren yasanın aleyhe, kamu adına kovuşturulan suçu,
şikâyete tabi suç haline getiren yasanın lehe, aynı cezaya ilave olarak güvenlik önlemi kabul
eden yasanın aleyhe olduğu söylenebilir ise de, bu kuralların her somut olayda, mutlak olarak
aynı sonucu doğuracağının kabulü olanaksızdır. Ancak bazı somut durumlarda yetersiz de olsa
bu ölçütler, yasalarda kısmi değişikliklerin yapıldığı dönemlerde benimsenmesi gereken temel
ilkeleri göstermesi bakımından önemlidir.
Lehe yasanın tespiti açısından bu ölçütlere yeni kriterler eklenmesi yönündeki görüş ve
uygulamalar, öğreti ve yargısal kararlara da konu olmuş, değişen ceza mevzuatı karşısında dahi
halen geçerliliğini koruyan 23.02.1938 gün ve 23–9 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında da,
“Suçun işlendiği zamanın yasası ile sonradan yürürlüğe giren yasa hükümlerinin farklı olması
halinde, her iki yasanın birbirine karıştırılmadan, ayrı ayrı somut olaya uygulanıp, her iki
yasaya göre hükmedilecek cezalar belirlendikten sonra, sonucuna göre lehte olanı
uygulanmalı” şeklinde, lehe yasanın tespitinde başvurulacak yöntem belirtilmiştir.
Öğretide de anılan İçtihadı Birleştirme Kararındaki ilke benimsenerek, uygulanma
olanağı bulunan tüm yasaların leh ve aleyhteki hükümleri birlikte ayrı ayrı ele alınarak somut
olaya göre sonuçlarının karşılaştırılması gerekeceği ve sonunda fail bakımından daha lehe
sonuç veren yasanın belirlenip hükmün buna göre verileceği görüşleri ileri sürülmüştür. (Ord.
Prof. Dr. S. Dönmezer–Prof. Dr. S. Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, c. 1, 11. Bası, s. 167;
Ord. Prof. Dr. S. Dönmezer, Genel Ceza Hukuku Dersleri, s. 64; Prof. Dr. M. E. Artuk–Doç. Dr.
A. Gökçen–Arş. Gör. A. C. Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, c. 1, s. 221)
Diğer taraftan, 1982 Anayasasının 141. maddesinin 4. fıkrası, “…Davaların en az giderle
ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması yargının görevidir”,
gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakar” hükümlerini
içermektedir.
Bu hükümlerle birlikte, usulüne uygun bir şekilde onaylamakla iç hukuk mevzuatına dâhil
olan ve Anayasanın 5170 sayılı Yasa ile değişik 90. maddesine göre de üstünlük ve önceliği
kabul edilen İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin 6. maddesinin “kişinin makul sürede
yargılanma hakkı olduğuna” ilişkin normu da dikkate alındığında, temyiz davasında işin
esasına girilerek dosyadaki tüm bilgi ve belgelerin incelenip değerlendirilmesinin esas olduğu
görülmektedir.
Temyiz incelemesi sırasında yasa koyucu tarafından incelemeye konu suçlara ilişkin
değişiklik yapılması durumunda temyiz merciince sonradan yürürlüğe giren yasa nedeniyle lehe
yasa hükümlerinin uygulanması yönünde mahkemesince değerlendirme yapılması gerektiği için
işin esasına girilmeden bu yönde bozma yapılması olanaklı ise de, yürürlüğe giren yeni yasanın
açıkça lehe olduğunun anlaşıldığı durumlar dışında dosyanın temyiz merciince esastan
incelenerek suçun oluşumu, sübutu ve uygulama denetlendirilip, önceki ve sonraki yasalar bir
bütün halinde değerlendirildikten sonra ortaya çıkan sonuçlar karşılaştırılmak suretiyle lehe
yasanın belirlenmesi gerekmektedir. Önceki yasanın lehe olduğu belirlenip, yerel mahkeme
uygulamasının isabetli olduğunun anlaşılması durumunda hükmün onanmasına, sonradan
yürürlüğe giren yasanın lehe olduğunun belirlenmesi durumunda ise hükmün bu yönden ve
varsa diğer bozma nedenleri eklenmek suretiyle bozulmasına karar verilmelidir.
Nitekim Ceza Genel Kurulunun 06.03.2012 gün 304-79 sayılı kararı da bu yöndedir.
Bu açıklamalara göre somut olayda; rüşvet suçunu düzenleyen, gerek 5237
sayılı TCY’nın 252. maddesinin 1. fıkrasında, gerekse 6352 sayılı Yasanın 87. maddesiyle
getirilen yeni düzenlemede belirlenen temel ceza ile rüşvet alan veya talebinde bulunan ya da
bu konuda anlaşmaya varan kişinin yargı görevini yapan kişilerden olması halinde yapılacak
artırım oranının aynı olması nedeniyle, yeni yasanın bu yönlerden lehe bir durum
oluşturmadığı, buna karşın, 6352 sayılı Yasanın 87. maddesiyle 5237 sayılı TCY’nın 252.
maddesinin 5. fıkrasında yapılan düzenleme ile “rüşvete aracılık eden kişinin” sorumluluk
statüsü ağırlaştırılarak eylemden “müşterek fail” olarak sorumlu tutulacağı hüküm altına
alınması nedeniyle de yeni yasal değişikliğin aleyhe olduğu görülmektedir.
Her ne kadar, 6352 sayılı Yasanın 87. maddesiyle 5237 sayılı TCY’nın 252. maddesinin 4.
fıkrasında yapılan yeni düzenlemeyle rüşvet suçuna özgü teşebbüs hali öngörülerek, bu
durumda verilecek cezanın “yarı oranında” indirileceği hüküm altına alınmış, bu suretle de
5237 sayılı TCY'nın 35. maddesinin uygulama olanağı ortadan kaldırılmış ise de; Özel Dairece
hüküm tarihi itibarıyla anılan Yasanın 35. maddesi uyarınca uygulama yapılmasında bir
isabetsizlik bulunmadığı gibi, sanıklar hakkında hükmolunan cezadan 1/2 oranında indirim
yapılması karşısında yasal değişiklik bu yönden de sanıklar lehine sonuç doğurmayacaktır.
Bu itibarla, sonradan yürürlüğe giren yasal değişikliğin sanıklar lehine hükümler
içermediği ve Özel Daire hükmünün isabetli olduğu anlaşıldığından, sanıkların temyiz
itirazlarının reddiyle usul ve yasaya uygun bulunan Özel Daire hükmünün onanmasına karar
verilmelidir.”
25. YCGK’nun 6/3/2012 tarih, E. 2011/7-304, K.2012/79 sayılı kararının ilgili
kısmı şöyledir:
“Özel Dairece 5728 sayılı Yasa ile 5846 sayılı Yasada yapılan değişikliklerin lehe olup
olmadığının tartışılması gerektiğinden bahisle hükmün bozulduğu anlaşılmaktadır. Suç ve
hüküm tarihinden sonra yürürlüğe giren 5728 sayılı Yasa ile 5846 sayılı Yasada yapılan
değişiklikler sonucunda sanığın hukuki durumunun yeniden yerel mahkemece
değerlendirilmesinin zorunlu olduğu, buna göre işin esası incelenmeksizin hükmün yasa
değişikliği nedeniyle bozulması gerektiği düşünülebilir ise de; suçun nitelendirmesinin
tartışmalı olduğu inceleme konusu olaydaki eyleme uyan suç tipinin önceki düzenlemeden farklı
unsurlar içerecek biçimde yeniden düzenlenmesi ve öncekinden değişik yaptırımlar öngörülmesi
karşısında, suçun vasıflandırılması ve iddianamede tanımlanan eylemin hangi suçu ya da
suçları oluşturabileceği Yargıtay’ca incelenip sonuca bağlanmadan yerel mahkemece yapılacak
bir hukuki değerlendirmenin sağlıklı olmayacağı, bu uygulamanın “davaların en az giderle ve
mümkün olan süratle sonuçlandırılmasını” yargının görevi olarak niteleyen Türkiye
Cumhuriyeti Anayasası’nın 141 ve AİHS’nin 6. maddelerine aykırılık oluşturacağı, bu durumda
öncelikle işin esasının Yargıtay ilgili dairesinde görüşülmesi gerektiği kabul edilmelidir.”
IV. İNCELEME VE GEREKÇE
26. Mahkemenin 20/3/2014 tarihinde yapmış olduğu toplantıda, başvurucunun
10/1/2013 tarih ve 2013/500 numaralı bireysel başvurusu incelenip gereği düşünüldü:
A. Başvurucunun İddiaları
27. Başvurucu, yargılandığı ceza davasında beraat etmesine rağmen, bu karar
kesinleşmeden yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin (1) numaralı
fıkrasının (b) bendi uyarınca kovuşturmanın ertelenmesine karar verilmesinin
Anayasa’nın 36. maddesinde yer alan adil yargılanma hakkının ve 38. maddesinde yer
alan masumiyet ilkesinin ihlal edildiğini ileri sürmüş; yargılamanın yenilenmesi ile
50.000 TL manevi tazminata ve yargılama giderlerinin ödenmesine karar verilmesini
talep etmiştir.
B. Değerlendirme
1. Kabul Edilebilirlik Yönünden
a. Masumiyet Karinesinin İhlali İddiası Yönünden
28. Başvurucu, yargılandığı ceza davasında beraat etmesine rağmen, bu karar
kesinleşmeden yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanun hükümleri uyarınca yeniden duruşma
yapılarak hakkında kovuşturmanın ertelenmesine karar verilmesi nedeniyle Anayasa’nın
“Kendisine bir suç isnat edilen herkes, suçluluğu yasal olarak sabit oluncaya kadar
suçsuz sayılır.”
33. Anayasanın 38. maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan masumiyet ilkesi, bir
suçla itham edilen kimseler açısından, Anayasa’nın 36. maddesinin birinci fıkrasında
öngörülen adil yargılanma hakkının en önemli güvencelerinden birini oluşturur. Buna
göre, masumiyet karinesi, kişinin suç işlediğine dair kesinleşmiş bir yargı kararı
olmadan suçlu olarak kabul edilmemesini güvence altına alır. Bunun sonucu olarak,
kişinin masumiyeti “asıl” olduğundan suçluluğu ispat külfeti iddia makamına ait olup,
kimseye suçsuzluğunu ispat mükellefiyeti yüklenemez. Ayrıca hiç kimse, suçluluğu
hükmen sabit oluncaya kadar yargılama makamları ve kamu otoriteleri tarafından suçlu
olarak nitelendirilemez ve suçlu muamelesine tabi tutulamaz (B. No: 2012/665,
13/6/2013, § 26).
34. Bu çerçevede, masumiyet karinesi kural olarak, hakkında bir suç isnadı
bulunan ve henüz mahkûmiyet kararı verilmemiş kişileri kapsayan bir ilkedir. Suç isnadı
mahkûmiyete dönüşen ve suçluluğu sabit hale gelen kişiler açısından ise, artık
“hakkında suç isnadı olan kişi” statüsünde olmadıkları için masumiyet karinesi
iddiasının geçerli bir dayanağı kalmamaktadır. Ancak ceza davası sonucunda isnat
edilen suçu işlemediğinin sabit olduğu veya suçu işlediğine kesin olarak kanaat
getirilemediği ve bu nedenle sanık hakkında beraat kararı verilen durumlar ile bir suç
soruşturması veya kovuşturmasının ertelendiği durumlarda kişi hakkındaki masumiyet
karinesinin devam ettiğinin kabulü gerekir. Çünkü böyle durumlarda Anayasa’nın 38.
maddesinin dördüncü ve Sözleşme’nin 6. maddesinin (2) numaralı fıkraları anlamında
kişinin suçluluğu sabit olmamıştır ve bu nedenle suçlu sayılamaz (B. No: 2012/998,
7/11/2013, § 61).
35. Kamu otoriteleri veya görevlileri tarafından, hakkında soruşturma veya
kovuşturma yürütülen kişiyle ilgili olarak, yargılama süreci bir mahkûmiyet hükmüyle
kesinlik kazanmadan, suçluluğa dair herhangi bir kanaat ifade etmiş olması ya da ceza
yargılaması mahkûmiyet dışında bir kararla sona ermesine rağmen, sona ermeye ilişkin
kararda sanığın suçlu olabileceğinin ifade edilmiş olması durumunda masumiyet
karinesinin ihlali söz konusu olabilecektir (benzer bir karar için
bkz. Panteleyenko/Ukrayna, B. No: 11901/02, 29/6/2006 § 70). Dolayısıyla mahkeme
kararlarında, resmi yazılarda veya kamu görevlilerinin ifadelerinde sarf edilen söz veya
ifadeler nedeniyle kişiler hakkındaki masumiyet karinesinin ihlal edilmemesi için
kullanılan ifadelerde seçilecek kelimelere azamî dikkat edilmesi gerekir.
36. Başvuru ekindeki belgelerin incelenmesinden, başvuruya konu yargılamada
verilen beraat ve kovuşturmanın ertelenmesi kararlarında, mahkemelerce, yalnızca
mesele konusu iddianamede yer alan bir “şüphe” durumu anlatılmakta ve hiçbir
suçluluk tespiti belirtilmemektedir. Aynı şekilde tanzim edilen tali ceza fişinde de
başvurucunun suçluluğunu çağrıştıracak bir ifade yer almamıştır (Bkz.§ 20).
37. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun, masumiyet karinesinin ihlali niteliğinde
olduğunu ileri sürdüğü yargılama işlemlerinde açık ve görünür bir ihlal
saptanmadığından, başvurunun bu kısmının, diğer kabul edilebilirlik koşulları yönünden
incelenmeksizin “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez
olduğuna karar verilmesi gerekir.
b. Adil Yargılanma Hakkının İhlal Edildiği İddiası Yönünden
38. Başvurucu, temyiz talebine rağmen dosyasının Yargıtay ilgili ceza dairesine
gönderilmeyerek ve hakkında nihai ve icra edilebilir bir karar verilmeyerek adil
yargılanma hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
39. Açıkça dayanaktan yoksun olmayan ve kabul edilemezliğine karar verilmesini
gerektirecek başka bir neden de bulunmayan başvurunun bu kısmının kabul edilebilir
olduğuna karar verilmesi gerekir.
2. Esas Yönünden
40. Başvurucu, İlk Derece Mahkemesince hakkında beraat kararı verildikten sonra
6352 sayılı Kanun’un kabul edilmesi nedeniyle dosyanın Yargıtay tarafından
incelenmeden İlk Derece Mahkemesine geri gönderilmesi nedeniyle uyuşmazlığını nihai
ve icra edilebilir bir karar vermeye yetkili yargı mercii önüne götüremediğini bu
nedenle mahkemeye erişim hakkının ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
41. Bakanlık bu iddiaya karşı beyanda bulunmamıştır.
42. Başvuru konusu olayda başvurucu, Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinde
yargılanmış ve Mahkemenin, 16/2/2012 tarihli kararı ile beraat etmiştir. Başvuran
vekili, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca beraat eden müvekkili lehine avukatlık
ücretine hükmedilmemesi nedeniyle kararın bozulması istemiyle kararı temyiz etmiştir.
Dosya temyiz aşamasında iken 6352 sayılı Kanun’un 2/7/2012 tarihinde yürürlüğe
girmesi nedeniyle adı geçen Kanun’un geçici 2. maddesi uyarınca Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığınca dosya İlk Derece Mahkemesine iade edilmiştir. İade üzerine Ankara 11.
Ağır Ceza Mahkemesi, 2/11/2012 tarihli kararı ile 6352 sayılı Kanun’un geçici 1.
maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca, başvuran ve önceki kararda
mahkûmiyetlerine hükmedilen beş sanık hakkındaki kovuşturmanın ertelenmesine karar
vermiştir. Böylece somut olayda, Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 16/2/2012 tarihli
kararı başvurucu tarafından temyiz edilmesine rağmen dosya, 6352 sayılı Kanun’un
yürürlüğe girmesi nedeniyle temyiz mercii olan Yargıtayın ilgili dairesine
gönderilememiştir.
43. 6352 sayılı Kanun, adından da anlaşılacağı üzere, yargı hizmetlerinin
etkinleştirilmesi amacıyla mevzuatın birçok alanında değişiklik yapmıştır. Bu kapsamda
geçici 1. maddeyle, 31/12/2011 tarihine kadar basın ve yayın yoluyla ya da sair düşünce
ve kanaat açıklama yöntemleriyle işlenmiş olup adlî para cezasını ya da üst sınırı beş
yıldan fazla olmayan hapis cezasını gerektiren bir suçtan dolayı; kamu davasının
açılmasının, kovuşturmanın veya kesinleşmiş olan mahkûmiyet hükümlerinin infazının
ertelenmesi imkânı getirilmiştir. Böylece, halen bulundukları safhaya bağlı olarak
soruşturma, kovuşturma ve infaz makamları önünde işlem görmekte olan çok sayıda
dosyanın belli bir süre işlemden kaldırılarak ağır iş yükü altındaki yargının kısmen
rahatlatılması hedeflenmiştir.
44. Anayasa’nın “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinde, herkesin meşru
vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı
kimliğiyle sav ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir.
45. Yargı yerlerinin verdikleri kararlarda, gerek yanılma, gerekse normları değişik
biçimde yorumlama sonucu olarak doğan hukuka aykırılıkların giderilmesini sağlamak
amacıyla bazı hukuki yollar kabul edilmiştir. Bir yargı yerinin verdiği kararda aykırılık
olduğu iddiası ile ortaya çıkan uyuşmazlığın çözümlenmek üzere yargı önüne
getirilmesi “kanun yolu”na başvurmadır. Bunun nasıl yapılacağı ise usul hükümleri ile
gösterilmektedir. Anayasa’nın 142. maddesinde “mahkemelerin kuruluşunun, görev ve
yetkilerinin, işleyişlerinin ve yargılama usullerinin” yasa ile düzenlenmesi
öngörülmüştür. Kanun yoluna ilişkin düzenlemeler, yargılama usulü kapsamındadır.
Yargılamanın olabildiğince hızlı sonuçlanması ve sonuçların bir an önce açıklanması
gerektiğinden her karara karşı değil, fakat önemli kararlara karşı kanun yoluna gidilmesi
gereği benimsenmektedir. Mahkemelerce verilen tüm kararlara karşı kanun yolunun
açık tutulması, kanun yolu kurumunu işlemez duruma getirebilir (AYM, E.2006/65,
K.2009/114, K.T. 23/7/2009).
46. AİHS’in 6. maddesi mahkeme kararlarına karşı kanun yolu başvurusunda
bulunma hakkını güvence altına almamaktadır. Ancak eğer bir devlet, kendi takdirine
bağlı olarak kanun yolu başvurusunda bulunma hakkı tanıyorsa, kanun yolu
başvurusunu inceleyen mahkeme önünde uygulanan muhakeme usulünün Sözleşme’nin
gerekir (bkz. Golder/Birleşik Krallık, B. No: 4451/70, 21/2/1975, § 38). Ayrıca bir
sınırlama, meşru bir amaç izlemeli ve kullanılan araçlarla gerçekleştirilmek istenen
amaç arasında makul bir orantılılık ilişkisi kurulmalıdır; aksi takdirde sınırlama
mahkemeye erişim hakkı ile bağdaşmaz (bkz.Ashingdane/Birleşik Krallık, B.
No: 8225/78, 28/5/1985, § 57; Bayar ve Gürbüz/Türkiye, B. No: 37569/06, 27/11/2012,
§ 40).
51. Bu bağlamda somut olayda değerlendirilmesi gereken mesele, başvurucunun
usul kanunlarına uygun olarak dosyasındaki kısmi kanuna aykırılığın incelenmesi için
temyiz hakkını kullanmasından sonra yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanun’un geçici 2.
maddesi uyarınca Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca dosyanın İlk Derece
Mahkemesine iade edilmesi nedeniyle başvurucunun mahkemeye erişme hakkına
orantısız bir müdahale oluşturup oluşturmadığıdır.
52. Başvurucu İlk Derece Mahkemesinin kararını vekâlet ücretine
hükmedilmemesi nedeniyle temyiz etmiştir. Temyiz, yargılama makamlarının
kararlarındaki hukuka aykırılıkları gidermek gayesiyle kabul edilmiş kanun yollarından
biridir. “Temyiz yolu davası” veya kısaca “temyiz davası” da denilen temyiz, ilk derece
mahkemelerinin verdikleri son kararlara ve bunlarla birlikte olmak şartı ile bunlara esas
teşkil etmiş olan ara kararlara karşı kabul edilmiş olan olağan kanun yoludur.
53. Somut olayda başvurucu hakkında terör örgütü propagandası yaptığı iddiasıyla
3713 sayılı Kanun’un 7. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca cezalandırılması talebiyle
ceza davası açılmıştır. Başvurucu İlk Derece Mahkemesinde yapılan yargılama
sonucunda beraat etmiştir. Başvuran vekili, Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca
beraat eden müvekkili lehine avukatlık ücretine hükmedilmemesi nedeniyle kararın
bozulması istemiyle kararı temyiz etmiş, dosya temyiz aşamasında iken 6352 sayılı
Kanun’un 2/7/2012 tarihinde yürürlüğe girmesi nedeniyle adı geçen Kanun’un geçici 2.
maddesi uyarınca Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca dosya İlk Derece Mahkemesine
iade edilmiştir.
54. YCGK, 6352 sayılı Kanun’un geçici 2. maddesinin (1) numaralı fıkrasının
sadece karşılıksız yararlanmaya dönüşen hırsızlık suçlarını kapsadığına ve anılan Kanun
ile değiştirilen ve karşılıksız yararlanmaya dönüşen hırsızlık suçları dışında kalan
suçlara ilişkin dosyaların ise esasının incelenmesi gerektiğine karar vermiştir (YCGK,
E. 2012/5.MD-420 K.2012/1771, K.T.18/9/2012)
55. Öte yandan YCGK, öteden beri temyiz incelemesi sırasında yasa koyucu
tarafından incelemeye konu suçlara ilişkin değişiklik yapılması durumunda yürürlüğe
giren yeni yasanın açıkça lehe olduğunun anlaşıldığı durumlar dışında dosyanın temyiz
merciince esastan incelenerek suçun oluşumu, sübutu ve uygulama denetlenip, önceki
ve sonraki yasalar bir bütün halinde değerlendirildikten sonra ortaya çıkan sonuçlar
karşılaştırılmak suretiyle lehe yasanın belirlenmesi gerektiğine karar
vermektedir. YCGK’na göre önceki yasanın lehe olduğu belirlenip, yerel mahkeme
uygulamasının isabetli olduğunun anlaşılması durumunda hükmün onanmasına,
sonradan yürürlüğe giren yasanın lehe olduğunun belirlenmesi durumunda ise hükmün
bu yönden ve varsa diğer bozma nedenleri eklenmek suretiyle bozulmasına karar
verilmelidir (bkz. YCGK, E. 2011/7-304, K.2012/79, K.T. 6/3/2012).
56. Somut olayda, başvurucu hakkında beraat kararı verildiği de dikkate
alındığında, yargılandığı terör örgütü propagandası yapmak suçu 6352 sayılı Kanun’un
geçici 2. maddesinin birinci fıkrası kapsamında kalan suçlardan olmadığından Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığınca dosyanın ilgili dairesine gönderilmesi ve Dairece temyiz
incelemesinin yapılması gerekmektedir. Bu itibarla Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığının, başvurucunun temyiz talebine rağmen dosyayı ilgili ceza dairesine
göndermemesiyle Anayasa’nın 36. maddesinde yer alan mahkemeye erişim hakkına
saygı gösterilmemiştir.
57. Başvurucu ayrıca, yargılama sürecinin sonucunda icra edilebilir bir beraat
kararı yerine, kovuşturmanın ertelenmesine karar verilmesi nedeniyle adil yargılanma
hakkının ihlâl edildiğini ileri sürmüştür.
58. Bakanlık görüşünde, başvurucu hakkında beraat kararı verildikten sonra kanun
değişikliği nedeniyle kovuşturmanın ertelenmesine karar verilmesinin başvurucunun
aleyhine olduğu ifade edilmiş ayrıca Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin kararının
yürürlükte olan bir kanunun uygulanmasından ibaret olduğunu, Anayasa Mahkemesinin
hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanmasına dayanan mahkeme kararlarını
bireysel başvuru incelemesinde değerlendirmeye tabi tutamayacağı ileri sürülmüştür.
59. Somut olayda İlk Derece Mahkemesince başvurucu hakkında verilen beraat
kararı yalnızca başvurucunun müdafii tarafından ve vekâlet ücreti yönünden temyiz
edilmiştir. Temyiz incelemesinin sonucuna göre Yargıtay, beraat kararını onayarak ilk
derece mahkemesince eksik hükmedilen vekâlet ücretine hükmedebileceği gibi derece
mahkemesinin kararını hatalı bulduğu takdirde 1412 sayılı Kanun’un 326. maddesinin
dördüncü fıkrası uyarınca başvurucu aleyhine temyiz bulunmadığından yalnızca hatayı
belirtmekle yetinecekti. Başka bir deyişle ilk derece mahkemesinin kararı yalnızca
başvurucu tarafından temyiz edildiğinden temyiz davası sonucunda beraat kararı
kesinleşecekti. Ancak somut olayda Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının dosyayı iadesi
ve İlk Derece Mahkemesinin başvurucu hakkında kovuşturmanın ertelenmesi kararı
vermesi sonucunda, başvurucu, 6352 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin (2) numaralı
fıkrası uyarınca üç yıl süresince denetim altına alınmıştır. Adı geçen kurala göre
başvurucu üç yıllık süre zarfında 6352 sayılı Kanun’un geçici 1. maddesinin (1)
numaralı fıkrasında sayılan suçları işlememesi halinde düşme kararı verilecek, ancak bu
süre içerisinde yeni bir suç işlemesi halinde ertelenen kovuşturmaya devam edilecektir.
60. Bir uyuşmazlığın bir mahkeme tarafından karara bağlanması hakkı, mahkeme
hakkından türetilen bir haktır. Gerçekten de bir mahkemenin yalnızca önüne getirilen
maddi ve hukuki sorunları inceleyebilmesi yeterli değildir; bu yargı yerinin aynı
zamanda bir karar verebilmesi de gerekir. Mahkeme hakkını kullanan tarafın amacı,
davanın sonucunda bir karar elde etmektir. Karar elde edemiyorsa, dava açmanın da bir
anlamı olduğu söylenemez.
61. Anayasa’daki hakların etkili bir biçimde korunması için, davaya bakan yargı
yerlerinin tarafların taleplerini, iddialarını, delillerini etkili bir biçimde inceleme
görevleri vardır. Başvurucunun temyiz talebine rağmen Yargıtay Cumhuriyet
Başsavcılığının dosyayı İlk Derece Mahkemesine iade etmesi ve İlk Derece
Mahkemesinin kovuşturmanın ertelenmesi kararı vermesinin nedeni, 6352 sayılı
Kanun’un yürürlüğe girmesidir. Sonuç olarak başvurucunun temyiz
talebi Yargıtayca incelenememiş ve böylece beraat etmesi gereken bir davada
kovuşturmanın ertelenmesi kararı verilerek başvurucunun etkili karar hakkına saygı
gösterilmemiştir.
62. Açıklanan nedenlerle, başvurucunun Anayasa’nın 36. maddesinde güvence
altına alınan mahkemeye erişme hakkının ve etkili karar hakkının ihlal edildiğine karar
verilmesi gerekir.
3. 6216 Sayılı Kanunun 50. Maddesi Yönünden
63. Başvurucu 50.000 TL manevi tazminat ve yeniden yargılama yapmak üzere
dosyanın ilgili mahkemesine gönderilmesini talep etmiştir.
64. Adalet Bakanlığı görüşünde, başvurucunun tazminat ve dosyanın yeniden
yargılama yapmak üzere mahkemesine gönderilmesi talebine ilişkin görüş
bildirilmemiştir.
65. 6216 sayılı Kanun’un “Kararlar” kenar başlıklı 50. maddesinin (2) numaralı
fıkrası şöyledir:
“Tespit edilen ihlal bir mahkeme kararından kaynaklanmışsa, ihlali ve sonuçlarını
ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere dosya ilgili mahkemeye gönderilir.
Yeniden yargılama yapılmasında hukuki yarar bulunmayan hâllerde başvurucu lehine tazminata
hükmedilebilir veya genel mahkemelerde dava açılması yolu gösterilebilir. Yeniden yargılama
yapmakla yükümlü mahkeme, Anayasa Mahkemesinin ihlal kararında açıkladığı ihlali ve
sonuçlarını ortadan kaldıracak şekilde mümkünse dosya üzerinden karar verir.”
66. Mevcut başvuruda mahkemeye erişim hakkına ve etkili karar hakkına
müdahale edilmesi nedeniyle Anayasa’nın 36. maddesinin ihlal edildiği tespit edilmiş
olmakla, ihlali ve sonuçlarını ortadan kaldırmak için yeniden yargılama yapmak üzere
dosyanın ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar verilmesi gerekir.
67. Başvurucu tarafından manevi tazminat talebinde bulunulmuş olmakla beraber,
yeniden yargılama yapmak üzere dosyanın ilgili Mahkemesine gönderilmesine karar
verilmesi nedeniyle, başvurucunun manevi tazminat talebinin reddine karar verilmesi
gerekir.
68. Başvurucu tarafından yapılan ve dosyadaki belgeler uyarınca tespit edilen
198,35 başvuru harcı ve 1.500,00 TL vekâlet ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL
yargılama giderinin başvurucuya ödenmesine karar verilmesi gerekir.
V. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Başvurucunun,
D. Başvurucunun manevi tazminata ilişkin talebinin REDDİNE,
E. Başvurucu tarafından yapılan 198,35 TL başvuru harcı ve 1.500,00 TL vekâlet
ücretinden oluşan toplam 1.698,35 TL yargılama giderinin BAŞVURUCUYA
ÖDENMESİNE,
F. Ödemelerin, kararın tebliğinden sonra Maliye Hazinesine yapılacak başvuru
tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına; ödemede gecikme olması halinde, bu
sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal faiz
uygulanmasına,
20/3/2014 tarihinde OY BİRLİĞİYLE karar verildi.