Ödeme Emrinde Dava Açma Süresinin Belirtilmemesi

Ödeme Emrinde Dava Açma Süresinin Belirtilmemesi

ÖZET : Ödeme emrinde dava açma süresinin gösterilmemesi nedeniyle yasal dava açma süresinden sonra açılan davanın süresinde açıldığının kabulü gerekmektedir.

KARARIN TAM METNİ:

Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulu

Esas No: 2011/235

Karar No: 2013/195

Karar Tarihi: 30.04.2013

Davayı inceleyen Ankara 4. Vergi Mahkemesi, 15.01.2008 günlü ve E:2006/1242, K:2008/23 sayılı kararıyla; 03.12.2005 günlü ve 19644 ila 19652 sayılı ödeme emirlerinin 19.01.2006 tarihinde, 08.12.2005 günlü ve 19643, 20950,20958 ila 20961 sayılı ödeme emirlerinin de 24.02.2006 tarihinde aynı zamanda davacının vasisi de olan eşine tebliğ edilmiş olmalarına rağmen dava süreleri geçirilerek ilk defa 11.05.2007 tarihinde davaya konu yapıldıklarından, bu ödeme emirlerine karşı açılan davanın süre aşımı nedeniyle reddi gerektiği, 20.06.2006 günü davacının kendisine tebliğ edilen 27.05.2003 günlü ve 5242 ve 5327 sayılı, 28.05.2003 günlü ve 5409 ve 5514 sayılı, 29.5.2003 günlü ve 5765 ila 5770 sayılı, 08.06.2004 günlü ve 5709 ila 5715 sayılı, 15.01.2005 günlü ve 6423 sayılı ödeme emirlerinin muhteviyatının davacının işe başladığı tarihten işi bıraktığı 31.12.2003 tarihine kadar beyan ettiği gelir vergisi, katma değer vergisi, geçici vergi ve bunların gecikme zamlarından oluştuğu; aynı gün kendisine tebliğ edilen 19.04.2005 günlü ve 11549 sayılı ödeme emrinin, davacının pişmanlık talebiyle Temmuz-Eylül 2003 dönemi için verdiği geçici vergi beyannamesi üzerinden pişmanlık şartlarını kaybetmesi nedeniyle uygulanan gecikme faizine ilişkin olduğu; yine kendisine aynı gün tebliğ edilen 13.01.2005 günlü ve 6042 sayılı ödeme emrinin ise, davacının işi bırakması nedeniyle iptal edilmesi gereken belgelerin ibrazı için yazılan yazının bilinen adresinde yengesine tebliğ edilmesine rağmen belgelerinin ibraz edilmemesi üzerine kesilen ve 24.05.2004 günlü ve 8050 sayılı ihbarnameyle bizzat davacının kendisine tebliğ edilen özel usulsüzlük cezasına ilişkin olduğu, bu ödeme emirlerinde 6183 sayılı Kanun'un ödeme emirleri için öngördüğü özel dava süresi belirtilmediğinden ve genel dava süresinde açıldığından dava süresinde kabul edilerek işin esasına geçildiği, 213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun 9'uncu ve 10'uncu maddesine değindikten sonra 4721 sayılı Medeni Kanunun 403'üncü maddesinin 1'inci fıkrası, 421'inci, 447'nci, 448'inci ve 451'inci maddeleri ile 452'nci maddesinin 2'nci fıkrasında yer alan hükümleriyle, kısıtlanan kişinin menfaatlerini korumak ve hukuki işlemlerinde temsil etmek yükümlülüğü bulunan vasiye, kısıtlının ayırt etme gücüyle orantılı olarak yükümlülük altına girmesine örtülü olarak izin verebileceğinin kabul edilmesi ve hatta vasi tarafından izin verilmemiş olsa dahi kısıtlı olan kişi, tutum ve davranışlarıyla (ayırt etme gücüyle) fiil ehliyetine sahip olduğu hususunda muhatabını inandırmış ise muhatabının zararından sorumlu tutulması karşısında; kendisine vasi tayin edilen bir kişinin vergi mükellefiyetini doğuran herhangi bir faaliyetine vasi ya da vesayet makamınca izin verilmemiş olmasını, 213 sayılı Kanun'un 3'üncü maddesiyle getirilen vergilendirmede vergiyi doğuran olay ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyetinin esas olduğu kuralı ve aynı Kanunun yukarda yer verilen hükümleri uyarınca mükellef kılınmasına engel bir durum olarak kabul edilmemesi gerektiği, vesayet altındaki davacı tarafından, mükellefiyet tesis ettirilerek ticari muamelelerin vergi mevzuatına ilişkin hükümlerinin yerine getirilebildiği, hatta aynı iş dalında şirket ortağı olabildiği, emekli maaşını vesayet altında olmasına rağmen kendisinin alabilmesine izin verildiği, banka şubesinin kısıtlılık kararından haberdar olmadığı, 20.06.2006 tarihinde davacıya tebliğ edilmiş (11549 ve 6042 sayılı ödeme emirleri hariç) ödeme emirlerine konu borçların tamamının davalı idarenin resen yaptığı işlemlerden kaynaklanmadığı, davacının bizzat kendisinin tutum ve davranışlarıyla sergilediği ayırt etme kabiliyetiyle tesis ettirdiği mükellefiyet nedeniyle verdiği beyannameler üzerinden doğdukları, dolayısıyla vasinin haberdar edilmesi gerekli borç değil örtülü şekilde muvafakat verdiği serbestlik çerçevesindeki tutum ve davranışlarla meydana gelen ve bu nedenle haberdar olması gereken borç olduğu anlaşıldığından, vadesinde ödenmeyen söz konusu borçların, doğrudan ödeme emriyle davacının mal varlığından aranmasında hukuka aykırılık görülmediği, pişmanlık hükümlerinden faydalanmak talebiyle verilmesine rağmen, pişmanlık hükümlerine uyulmaması nedeniyle vergi ziyaı cezalı olarak tarh edilen Temmuz-Eylül 2003 dönemine ait geçici vergi davacının beyan ettiği matrah üzerinden tarh ve tahakkuk ettirilmesi ve tahakkuk eden bu vergi için kesilen vergi ziyaı cezasına ilişkin ödeme emrinin, davacının vasisi olan eşine tebliğ edildiği halde süresinde dava edilmemesi karşısında, bu verginin aslına ait gecikme faizinin de tahakkuk ettiğinin kabulü gerekeceğinden tahsili için düzenlenen 19.04.2005 günlü ve 11549 sayılı ödeme emrinde de hukuka aykırılık görülmediği, davacı hakkında vasilik kararı var ve özel usulsüzlük cezası resen yapılmış bir işlem ise de, davacının işi bırakması nedeniyle iptal edilmesi gereken belgelerin ibrazı için yazılan yazının bilinen adresinde yengesine tebliğ edilmesi, bu adresin vasinin de adresi olması ve 14.04.2004 tarihinden sonra davalı idareye vasi tayin edildiğinin bildirilmemesi karşısında, bu cezaya ilişkin ihbarnamenin vasinin bilgisi dahilinde davacıya tebliğ edildiğinin kabulü zorunlu olacağından vadesinde ödenmemesi nedeniyle düzenlenen 13.01.2005 günlü ve 6042 sayılı ödeme emrinde hukuka aykırılık görülmediği, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 2'nci maddesinin 1'inci ve 2'nci fıkralarına göre hukuki etkisini devam ettire gelen bir durumla ilgili iptal davasından ve bu dava nedeniyle yapılacak yargılama neticesinde verilecek iptal kararından söz edilebilmesi için, konuyla ilgili olarak davacının menfaatini ihlal eden bir işlemin bulunması gerektiği, davacının 27.03.2002 tarihinden itibaren toptan kağıt ve temizlik maddesi ticareti yapmak üzere tesis ettirdiği ve 31.12.2003 tarihi itibarıyla sona eren mükellefiyetinin ihtilaflı dönemler bakımından da silinmesi için davalı idareye herhangi bir başvuru yapılmadan ve bu konuda yazılı ya da zımnen tesis edilmiş menfaati ihlal eden işlem tesis ettirilmeden, mükellefiyet hakkında idari işlem niteliğinde bir yargı kararı verilmesine olanak bulunmadığından davanın bu kısmının incelenemeyeceği gerekçesiyle davayı kısmen süre aşımı, kısmen incelenmeksizin, kısmen de esastan reddetmiştir.

Davacının temyiz istemini inceleyen Danıştay Dördüncü Dairesi, 15.06.2010 günlü ve E:2008/5680, K:2010/3656 sayılı kararıyla; vergi mahkemesince; bir kısım ödeme emirlerine karşı 11.05.2007 tarihinde açılan davada süre aşımı bulunduğu gerekçesiyle dava reddedilmiş ise de; Anayasanın 40'ıncı maddesine, 4709 sayılı Kanun'un 16'ncı maddesiyle eklenen ikinci fıkrasına göre bireylerin, yargı ya da idari makamlar önünde Anayasal bir hak olan kullanabilmelerini sağlamak ve kolaylaştırmak amacıyla, Devletin, kurumları vasıtasıyla tesis edilen her türlü işlemlerinde, bu işlemlere karşı başvurulacak yargı yeri veya idari makamların gösterilmesi, ayrıca söz konusu başvurunun süresinin de belirtilmesinin anayasal zorunluluk olduğu, bu bağlamda, Devletin bir kurumu olan vergi dairesi tarafından düzenlenen ödeme emrinde de, ödeme emrine karşı başvurulacak kanun yolu veya varsa idari makamın ve başvuru sürelerinin gösterilmesinin zorunlu olduğu, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'un 55 ve 58'inci maddeleri ve 2576 sayılı Kanun'un 13'üncü maddesinin birlikte değerlendirilmesinden; Anayasanın yukarıda değinilen 40'ıncı maddesinin ikinci fıkrası hükmüne uyularak düzenlenmiş olmak koşuluyla, bir ödeme emri tebliği üzerine dava açma süresinin yedi gün olduğunda tereddüt bulunmadığı, Anayasanın emredici kuralına rağmen, 6183 sayılı Yasa'nın 55'inci maddesinde bir ödeme emrinde bulunacak açıklamalar veya ibareler arasında ödeme emrine karşı yapılacak başvuru yeri ve süresinin gösterilmemiş olmasının, Anayasanın doğrudan uygulanabilirliği tartışması yapılmasını zorunlu hale getirdiği, Anayasanın 40'ıncı maddesinin ikinci fıkrası, ayrı bir yasal düzenlemeyi gerektirmeyen, doğrudan uygulanabilir nitelikte bir kural olduğundan, öncelikle uygulanma zorunluluğu bulunduğu, nitekim Anayasa Mahkemesinin 08.12.2004 günlü ve E:2004/84, K:2004/124 sayılı kararında da bu hususun belirtildiği, yasama, yürütme ve yargı organlarının, idari makamların ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının işlemlerinde, bu işlemlere karşı başvurulacak idari merciler ve kanun yolları ile sürelerinin belirtilmesi gerektiği, özel yasasında yer alan düzenleme gereği tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde dava açılması gereken ödeme emirlerinde bu bilgiye yer verilmediğinden, açılan davada, değinilen Anayasa hükmü nedeniyle dava açma süresinin geçirildiğinden söz edilemeyeceği, davacı ..'nun kronik şizofreni hastası olduğu, hastalığın Ankara Numune Hastanesinin 27.05.1996 günlü ve 9729 sayılı Sağlık Kurulunun Raporuyla tespit edildiği, Ankara 3.Sulh Hukuk Mahkemesinin 26.6.1996 tarih ve E:1996/376, K:1996/595 sayılı kararıyla da uyuşmazlık döneminde yürürlükte olan 743 sayılı Türk Medeni Kanununun 355'inci maddesi uyarınca vesayet altına alındığı ve eşi …'nun kendisine vasi tayin edildiği anlaşıldığından ve kronik şizofreni hastalığı nedeniyle davacının kendisini bağlayacak ve borçlandıracak şekilde ticari faaliyette bulunma ve medeni haklarını kullanma yönünden vesayet altında olması nedeniyle, davacı adına vergi tahakkuk ettirilmesinde ve bu vergilerin ödenmediği ileri sürülerek ödeme emri düzenlenmesinde hukuka uyarlık görülmediğinden, davanın 5242, 5327, 5409, 5514, 5765 ila 5770, 5709 ila 5715, 6423, 11549 ve 6042 sayılı ödeme emirlerinin reddine ilişkin hüküm fıkrasında yasal isabet bulunmadığı, vergi dairelerinin idari işlevleriyle ilgili olarak vergi hukuku alanında tesis ettikleri, doğrudan uygulanabilir nitelikte, yükümlünün menfaatini doğrudan etkileyen ve onların hukuki statülerinde, hak ve yükümlülüklerinde değişiklik veya yenilik yaratan irade açıklamalarına karşı açılan davaların görülüp çözümlenmesi görevi 2576 sayılı Bölge İdare Mahkemeleri, İdare ve Vergi Mahkemelerinin Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun'un 6'ncı maddesinin (a) bendi hükmü gereği vergi mahkemelerine ait olduğundan, idarenin tarh, tahakkuk ve tahsil dışında kalan ancak idari işlem niteliğinde olduğundan kuşku duyulmayacak işlemlerinin davaya konu edilemeyeceklerinin kabulü mümkün görülmediği, davacı adına mükellefiyet tesis edilmiş olması, davacıya defter tasdik ettirip, tutmak, fatura bastırıp kullanmak ve beyanname vermek gibi Kanunda gerçek usulde vergilendirilen mükellefler için öngörülmüş ve aksi uygulamalarının ceza ile müeyyidelendirilmiş görev ve sorumluluklar yüklediğinden, mükellefiyetin davacının menfaatini olumsuz yönde etkileyen, idarenin tek yanlı ve kesin işlemi olarak nitelemek ve doğrudan iptal davasına konu edilebileceğini kabul etmek gerektiği gerekçesiyle kararı bozmuştur.

Bozma kararına uymayan Ankara 4. Vergi Mahkemesi, 30.11.2010 günlü ve E:2010/2551, K:2010/2837 sayılı kararıyla; ilk kararında yer alan hukuksal nedenler ve gerekçeye ek olarak; süre aşımı nedeniyle reddedilen ödeme emirlerine karşı açılan davanın gerek yedi günlük gerekse otuz günlük dava açma süreleri geçirilerek davaya konu yapıldığı gerekçesiyle ilk kararında ısrar etmiştir.

Israr kararı davacı tarafından temyiz edilmiş ve hastalığı nedeniyle medeni hakları kullanma hakkı elinden alındığı ve kısıtlı olduğundan, borçlardan sorumlu tutulamayacağı ileri sürülerek bozulması istenmiştir.

Savunmanın Özeti: Temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmuştur.

Danıştay Tetkik Hakimi: Murat GÜNGÖR

Düşüncesi: Temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar, ısrar kararının dayandığı hukuksal nedenler ve gerekçe karşısında, yerinde ve kararın bozulmasını sağlayacak nitelikte bulunmadığından, istemin reddi gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Vergi Dava Daireleri Kurulunca, tebligat işlemleri tamamlandığından yürütmenin durdurulması istemi hakkında karar verilmesine gerek görülmeyerek dosyadaki belgeler incelendikten sonra gereği görüşüldü:

Davacının vergi borçlarının tahsili amacıyla adına düzenlenen ödeme emirleri ile mükellefiyetin iptali istemiyle açılan davada; davayı kısmen süre aşımı, kısmen incelenmeksizin, kısmen de esastan reddine ilişkin vergi mahkemesi ısrar kararı davacı tarafından temyiz edilmiştir.

Dayandığı hukuksal nedenler ve gerekçesi yukarıda açıklanan ısrar kararının, mükellefiyetin iptali istemi yönünden davanın incelenmeksizin reddine ilişkin hüküm fıkrası aynı hukuksal nedenler ve gerekçe ile Kurulumuzca da uygun bulunmuş ve temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar, kararın bu kısma ilişkin hüküm fıkrasının bozulmasını gerektirecek durumda görülmemiştir.

Temyiz edilen kararın; 27.05.2003 günlü ve 5242 ve 5327 sayılı, 28.05.2003 günlü ve 5409 ve 5514 sayılı, 29.05.2003 günlü ve 5765 ila 5770 sayılı, 08.06.2004 günlü ve 5709 ila 5715 sayılı, 15.01.2005 günlü ve 6423 sayılı, 19.04.2005 günlü ve 11549 sayılı ile 13.01.2005 günlü ve 6042 sayılı ödeme emirleri yönünden davanın reddi yolundaki ısrar hükmü aynı hukuksal nedenler ve gerekçe ile Kurulumuzca da uygun bulunmuş ve temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar kararın bu yönden bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.

Ancak, vergi mahkemesi kararının değinilen hüküm fıkrası, davacının vesayet altına alındığı ve eşi ..'nun kendisine vasi tayin edildiği anlaşıldığından ve kronik şizofreni hastalığı nedeniyle davacının kendisini bağlayacak ve borçlandıracak şekilde ticari faaliyette bulunma ve medeni haklarını kullanma yönünden vesayet altında olması nedeniyle, davacı adına vergi tahakkuk ettirilmesinde ve bu vergilerin ödenmediği ileri sürülerek ödeme emri düzenlenmesinde hukuka uyarlık görülmediği gerekçesiyle bozulmuş olduğundan, uyuşmazlığın esasına ilişkin temyiz incelemesi yapılmamış olup, bu incelemenin Kurulumuzca değil, ilk derece yargı yerince verilen kararları temyizen incelemekle görevli vergi dava dairesince yapılması gerekmektedir.

2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın başlıklı 11'inci maddesinde, Anayasa hükümlerinin, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğu; başlıklı 36'ncı maddesinde, herkesin, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olduğu hükümlerine yer verilmiştir. Anayasanın başlıklı 40'ıncı maddesine, 4709 sayılı Kanun'un 16'ncı maddesiyle eklenen ikinci fıkrada ise, düzenlemesi yapılmıştır. Bu ek fıkranın gerekçesinde değişikliğin, bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkan sağlanması amacıyla ve son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercii ve sürelerin belirtilmesinin hak arama; hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk haline gelmesi nedeniyle yapıldığına değinilmiştir.

Anayasal düzenlemeler ve değinilen gerekçeden Devletin, kurumları vasıtasıyla tesis edilen her türlü işlemlerinde, bu işlemlere karşı başvurulacak yargı yeri veya idari makamlar ile başvuru süresinin gösterilmesinin bir anayasal zorunluluk haline getirildiği anlaşılmaktadır. Anayasanın bağlayıcılığı karşısında, bu zorunluluğa; yasama, yürütme ve yargı organlarının, idare makamlarının ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının uymakla yükümlü oldukları sonucuna ulaşılmaktadır. Bu durum, Anayasa Mahkemesinin 18.10.2003 günlü ve E.2003/67, K.2003/88 sayılı kararında; hukukun üstünlüğünün egemen olduğu ve bireyin insan olarak varlığının korunmasını amaçlayan hukuk devletinde vatandaşların hukuk güvenliğinin sağlanmasının, hukuk devleti ilkesinin yerine getirilmesi zorunlu koşullarından olduğu ve hukuki güvenliğin, statü hukukuna ilişkin düzenlemelerde istikrar, belirlilik ve öngörülebilirlik göz önünde bulundurularak, açık ve belirgin hukuk kuralları yürürlüğe koyup, uygulayarak sağlanacağı şeklinde ifade edilmiştir. Bu bağlamda, Devletin bir kurumu olan gümrük idaresinin de kurduğu idari işlemlerde; işleme karşı başvurulacak kanun yolunu, idari mercii ve başvuru süresini göstermesi gerekmekte olup, bu gereklilik, ilgili makamların takdirinde olmayıp, en üst hukuki norm olan Anayasanın bağlayıcılığının zorunlu bir sonucudur. Diğer yönden, uygulama yasalarında bu zorunluluğu öngören bir düzenleme bulunmayan durumlarda, Anayasanın 40'ıncı maddesinin ikinci fıkrasının, doğrudan uygulanabilirliği sorunu yönünden de değerlendirilme yapılması gereklidir. Bilindiği gibi Anayasa kuralları, kural olarak doğrudan uygulanacak hükümlerden olmayıp, yasalarda gerekli düzenlemeler yapılarak yaşama geçirilirler. Ancak, öğretide ve Anayasa Mahkemesinin kimi kararlarında, yürürlüğe konulması gereken yasal düzenlemede yer verilmesi gereken konuların anayasa metninde açıkça kurala bağlandığı durumlarda, bir özel yasa ya da yürürlükteki yasalarda uygun değişiklik yapılması gerekmeksizin anayasa hükümlerinin doğrudan uygulanacağı kabul edilmektedir. Nitekim Anayasa Mahkemesi, Anayasanın 40'ıncı maddesinin ikinci fıkrasının doğrudan uygulanması gerektiğini, 08.12.2004 tarihinde verdiği E:2004/84, K:2004/124 sayılı kararında; 5225 sayılı Yasa’da, başvurulacak kanun yolu ve süresinin özel olarak düzenlenmemiş olmasının, Anayasanın 40'ıncı maddesine aykırılık oluşturmadığını belirterek benimsemiş ve kararında; bireyler hakkında kurulan işlemlere karşı kanun yolları, başvurulacak merciler ile sürelerin belirtilmesi yönünden Devlete verilen görevin bir zorunluluk içerdiğine, bu zorunluluk nedeniyle her yasada özel bir düzenleme yapılması gerekmediğine değinerek, Anayasanın 40'ıncı maddesinin ikinci fıkrasının, doğrudan uygulanır nitelik taşıdığını kabul etmiştir.

Devletin, işlemlerinde, bireylerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorunda olduğunu öngören Anayasanın 40'ıncı maddesinin ikinci fıkrasının, ayrı bir yasal düzenlemenin varlığını gerektirmeyen, doğrudan uygulanabilir nitelik taşımasından dolayı yasama, yürütme ve yargı organlarının, idare makamlarının ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarının işlemlerinde, bu işlemlere karşı başvurulacak idari veya yargı mercileri ve kanun yolları ile sürelerini belirtmesi zorunludur.

Her ne kadar, 19.01.2006 ve 24.02.2006 tarihlerinde tebliğ edilen 03.12.2005 günlü ve 19644 ila 19652 sayılı ile 08.12.2005 günlü ve 19643, 20950, 20958 ila 20961 sayılı ödeme emirlerinin iptali istemiyle 11.05.2007 tarihinde açılan davanın bu ödeme emirlerine ilişkin kısmı, gerek yedi günlük gerekse otuz günlük dava süreleri geçirildikten sonra açılması nedeniyle süre aşımı bulunduğu gerekçesiyle reddedilmişse de, dosyada bulunan ödeme emirlerinde, bu işleme karşı başvurulacak yargı mercii veya idari makam gösterilmesine karşın başvuru süresinin gösterilmediği saptanmaktadır. Bu durum, Anayasanın 40'ıncı maddesinin ikinci fıkrasına ilişkin gerekçede belirtildiği gibi son derece karışık olan mevzuat karşısında bireylerin yargı yeri ve idari makamlar önünde haklarını sonuna kadar arayabilmelerini olanaklı kılmak amacıyla öngörülen zorunluluğa aykırı ve dolayısıyla, Anayasanın 36'ncı maddesinde öngörülen hak arama hürriyetini sınırlayıcı bir sonuç doğurmuş ve Anayasanın temel hak ve hürriyetlerin korunmasını düzenleyen 40'ıncı maddesine açıkça aykırılık yaratmıştır.

Başvuru süresi gösterilmeyen ödeme emirlerine ilişkin yazılı bildirim süreyi başlatmayacağı için davanın süresinde açılmadığından söz edilemeyeceğinden, temyiz istemine konu yapılan ısrar kararının, değinilen ödeme emirlerine karşı açılan davanın süre aşımı nedeniyle reddine ilişkin hüküm fıkrası hukuka uygun görülmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kısmen kabulüyle Ankara 4. Vergi Mahkemesinin, 30.11.2010 günlü ve E:2010/2551, K:2010/2837 sayılı ısrar kararının; 03.12.2005 günlü ve 19644 ila 19652 sayılı ile 08.12.2005 günlü ve 19643, 20950, 20958 ila 20961 sayılı ödeme emirlerine karşı açılan davanın süre aşımı nedeniyle reddine ilişkin hüküm fıkrasının bozulmasına, mükellefiyetin iptali istemi yönünden davanın incelenmeksizin reddine ilişkin hüküm fıkrasına yöneltilen temyiz isteminin reddine, 27.5.2003 günlü ve 5242 ve 5327 sayılı, 28.05.2003 günlü ve 5409 ve 5514 sayılı, 29.05.2003 günlü ve 5765 ila 5770 sayılı, 08.06.2004 günlü ve 5709 ila 5715 sayılı, 15.01.2005 günlü ve 6423 sayılı, 19.04.2005 günlü ve 11549 sayılı ile 13.01.2005 günlü ve 6042 sayılı ödeme emirleri yönünden davanın reddi yolundaki ısrar hükmüne yöneltilen temyiz isteminin reddine, kararın, davanın bu kısmının reddine ilişkin hüküm fıkrası temyizen incelenmek üzere dosyanın Danıştay Dördüncü Dairesine gönderilmesine, 30.04.2013 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

X- Temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar ısrar kararının, 03.12.2005 günlü ve 19644 ila 19652 sayılı ile 08.12.2005 günlü ve 19643, 20950, 20958 ila 20961 sayılı ödeme emirlerine karşı açılan davanın süre aşımı nedeniyle reddine ilişkin hüküm fıkrasının bozulmasını gerektirecek nitelikte bulunmadığından istemin reddi gerektiği oyu ile kararın bozma hükmüne katılmıyoruz.

KARŞI OY

XX- Temyiz dilekçesinde ileri sürülen iddialar ısrar kararının bozulmasını gerektirecek nitelikte bulunmadığından istemin reddi gerektiği oyu ile karara katılmıyorum.

KARŞI OY

XXX- Temyiz isteminin kabulüyle, ısrar kararının Danıştay Dördüncü Dairesinin bozma kararında yer alan hukuksal nedenler ve gerekçe uyarınca bozulması gerektiği oyu ile karara katılmıyoruz.


Yorum Yaz