AVUKATIN VEKALET ÜCRETİ ALACAĞINA İLİŞKİN DAVALARDA GÖREVLİ MAHKEME SORUNU

AVUKATIN VEKALET ÜCRETİ ALACAĞINA İLİŞKİN DAVALARDA GÖREVLİ MAHKEME SORUNU

Öncelikle genel mahkemeler ile özel mahkemeler arasındaki ilişkinin hukuki mahiyeti
üzerinde durulmasında yarar vardır. Bu ilişkinin bir görev ilişkisi olduğu ve görevle ilgili
kuralların kamu düzenine ilişkin bulunduğu konusunda öğreti ve uygulamada duraksama
bulunmamaktadır.
Genel mahkemelerin bakacakları davalar belirli kişi ve iş gruplarına göre
sınırlandırılmamış olup, aksi belirtilmedikçe medeni yargılama hukukuna giren her türlü işe
bakmakla görevlidirler. Açık kanun hükmü ile özel mahkemelerde görüleceği belirtilmemiş
olan bütün davalar, genel mahkemelerin görevine girer (Kuru, B.: Hukuk Muhakemeleri
Usulü, 2001, C.1, s. 164). Buna karşın özel mahkemeler somut herhangi bir uyuşmazlıkla
ilişkilendirilmeden, soyut ve genel şekilde, belirli türden uyuşmazlıklar veya belirli kişiler
yahut meslek grupları arasında ortaya çıkan uyuşmazlıklara bakmak için kurulurlar (Tanrıver,
S.: Tabiî Hâkim İlkesi ve Medeni Yargı, TBB Dergisi, 2013 s.104).
Mahkemelerin görevi kıyas veya yorum ile genişletilemez ya da değiştirilemez.
Kanunda açıklık bulunmayan durumlarda görev genel mahkemelere aittir (05.12.1977 tarihli
ve 4/4 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı). Yine, 23.05.1960 tarihli ve 11/10 sayılı
Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da belirtildiği gibi, ayrık hükümlerin dar olarak
yorumlanması yoruma ilişkin temel bir kuraldır.
Anayasası’nın 142. maddesinde, mahkemelerin görevlerinin kanunla düzenleneceği
hükme bağlanmıştır.
Nitekim bu husus, HMK’nın 1. Maddesinde “Mahkemelerin görevi, ancak kanunla
düzenlenir. Göreve ilişkin kurallar kamu düzenindendir.” şeklinde düzenlenmiştir. Anılan
Kanun’un 114/1-c maddesi, mahkemenin görevli olmasının dava şartı olduğunu, 115. maddesi
de mahkemece dava şartının mevcut olup olmadığının davanın her aşamasında kendiliğinden
araştırılacağını, mahkeme dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar
verileceğini hükme bağlamıştır.
Anayasa’nın 172. maddesinde devletin tüketicileri koruyucu ve aydınlatıcı tedbirleri
alacağı ve tüketicilerin kendileri koruyucu tedbirleri teşvik edeceği belirtilmiştir. Bu hüküm
çerçevesinde 23.02.1995 tarihinde 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun ile
tüketici mahkemeleri kurulmuş ve hukuk sistemimize yeni bir özel mahkeme dâhil olmuştur.
Bu özel mahkemelerin kurulmasının en önemli aracı sosyal devlet ilkesiyle korunan
tüketicilerin yaşadığı sorunlardan doğan uyuşmazlıkların mümkün olduğu kadar çabuk ve
basit bir yolla çözüme kavuşturulması, genel mahkemeler üzerindeki iş yükünün azaltılması
ve konuyla ilgili mahkemelerin uzmanlığının sağlanmasıdır.
Mülga 4077 sayılı Kanun’un 23. maddesinde tüketici mahkemelerinin görevi
belirlenirken “Bu Kanunun uygulanmasıyla ilgili olarak çıkacak her türlü ihtilaflara” tüketici
mahkemelerince bakılacağı ifadesi kullanılmıştır.

6502 sayılı Kanun’da ise “Tüketici işlemleri ile tüketiciye yönelik uygulamalardan
doğabilecek uyuşmazlıklara ilişkin davalarda tüketici mahkemeleri görevlidir.” şeklindeki
73/1 hükmüyle görev kapsamı belirlenmiş; 83/2 hükmü ile de görev kapsamının 4077 sayılı
Kanun’dan daha geniş tutulduğu vurgulanmıştır.
Tüketici mahkemelerinin konu bakımından görevli olduğu uyuşmazlıkların
belirlenmesinde öncelikle bahsi geçen hükümlerde yer alan tüketici işlemi kavramından ne
anlaşılması gerektiği ortaya konulmalıdır.
Tüketici işleminin tanımı TKHK’nın 3. maddesinin (1) bendinde “Mal veya hizmet
piyasalarında kamu tüzel kişileri de dâhil olmak üzere ticari veya mesleki amaçlarla hareket
eden veya onun adına ya da hesabına hareket eden gerçek veya tüzel kişiler ile tüketiciler
arasında kurulan, eser, taşıma, simsarlık, sigorta, vekâlet, bankacılık ve benzeri sözleşmeler
de dâhil olmak üzere her türlü sözleşme ve hukuki işlemi” ifade edeceği şeklinde yapılmıştır.
Madde metninden de anlaşılacağı üzere kanun koyucu tüketici işlemlerinin hangi
sözleşmelere temas edebileceğini tahdidi olmaksızın sıralamış ve böylece 4077 sayılı
Kanun’un dar yorumlanan uygulanmasından doğan tereddütlere de bir açıklama getirmiştir.
Tüketici işleminin tanımda yer alan “Mal veya hizmet piyasalarında kamu tüzel
kişileri de dâhil olmak üzere ticari veya mesleki amaçlarla hareket eden veya onun adına ya
da hesabına hareket eden gerçek veya tüzel kişiler” ifadesi aynı maddenin (ı) ve (i) bendinde
tanımlanan “satıcı” ve “sağlayıcı” kavramlarına ilişkin tanımlardan gelir. Gerek satıcı-
sağlayıcı sıfatı gerekse tüketici kavramı için belirleyici kıstas “ticari ve mesleki amaç” tır.
Eldeki davada davalıların mesleki ve ticari amaçla hareket etmedikleri konusunda
tereddüt bulunmamaktadır. Yerel Mahkemenin Özel Daireyle arasındaki anlaşmazlık,
açıklanan madde hükmünde yer alan “vekâlet” sözleşmesine yönelik örneklemenin avukatlık
sözleşmelerini kapsamayacağı, avukatlık mesleğinin TKHK anlamında satıcı yahut sağlayıcı
tanımı kapsamında değerlendirilemeyeceği yönündeki görüşten kaynaklanmaktadır.
Bu görüşün yerinde olup olmadığının değerlendirilmesinde kısaca vekâlet ve avukatlık
sözleşmelerine değinilmesi faydalı olacaktır.
Vekâlet sözleşmesi TBK’nın 502. maddesine göre “vekilin vekâlet verenin bir işini
görmeyi veya işlemini yapmayı üstlendiği sözleşmedir” ve “Vekâlete ilişkin hükümler,
niteliklerine uygun düştükleri ölçüde, bu Kanunda düzenlenmemiş olan iş görme
sözleşmelerine de uygulanır”. Avukatlık sözleşmesi ise, her iki tarafa borç yükleyen, ücret karşılığında ivazlı
nitelikte olan, belli bir hukuki yardımın yapılmasını öngören ve sözleşmenin bir tarafını
mutlaka avukatın oluşturduğu sözleşme türüdür ve vekâlet sözleşmesi niteliğindedir.
1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 1. maddesine göre avukatlık, kamu hizmeti ve
serbest bir meslektir. Avukat, yargının kurucu unsurlarından olan bağımsız savunmayı
serbestçe temsil eder.
Avukatlığın amacı, hukukî münasebetlerin düzenlenmesini, her türlü hukukî mesele ve
anlaşmazlıkların adalet ve hakkaniyete uygun olarak çözümlenmesini ve hukuk kurallarının tam olarak uygulanmasını her derecede yargı organları, hakemler, resmî ve özel kişi, kurul ve
kurumlar nezdinde sağlamaktır ve avukat bu amaçla hukukî bilgi ve tecrübelerini adalet
hizmetine ve kişilerin yararlanmasına tahsis eder (1136 S.K., m.2).
Yargının kurucu unsurlarından olmakla birlikte, Anayasa Mahkemesinin 01.03.1985
tarihli, 1984/12 E., 1985/6 K. sayılı kararında da belirtildiği üzere, avukatlık mesleği kamu
hizmeti olarak addedilmiş olsa da her şeyden önce bir serbest meslek olduğu gözden
kaçırılmamalıdır.
Avukat hukuki bilgi ve tecrübelerini mesleğinin ifası doğrultusunda müvekkiline
sunar. Bu hizmetin özü vekâlet sözleşmesine dayalıdır. Avukatlık mesleğinin kamu hizmeti
olması yahut avukatların kamu görevlisi gibi cezalandırılmaları avukatlık sözleşmesini
TKHK’nın 3. maddesinin (l) bendindeki vekâlet sözleşmesi olarak ifade edilen kapsamın
dışına çıkarmaz. Kanun’un 3/ı hükmü uyarınca sağlayıcı sıfatında belirleyici olan mesleki
amaç kıstasıdır ve bu doğrultuda avukat verdiği hizmette tüketici hukuku anlamında sağlayıcı
sıfatını haizdir. Nitekim kanun koyucu gerek tüketici işlemi gerekse sağlayıcı tanımında
“kamu tüzel kişileri de dâhil olmak üzere” ifadesine yer vererek kamu hizmeti görmekle
yükümlü olan kamu tüzel kişilerinin dahi sağlayıcı olarak kabul edilmesi gerektiği yönündeki
iradesini açıkça ortaya koymuştur.
Hâl böyle olunca avukatın sunduğu hizmet, müvekkilinin tüketici sıfatını taşıması ve
bu suretle vekâlete ilişkin hukuki münasebetin tüketici işlemi vasfında olması durumunda,
TKHK hükümlerine tabi olacak, taraflar arasında doğan ihtilaflar da tüketici mahkemeleri
(miktar sınırına göre tüketici hakem heyetleri) önünde çözümlenecektir
. Eğer asıl davada
müvekkilinin tüketici sıfatı yoksa mesela en basit haliyle bir ticaret şirketiyse bu durumda
dava asliye hukuk mahkemelerinde görülecektir.


Yorum Yaz