Ölüme Bağlı Tasarrufun İptali

Ölüme Bağlı Tasarrufun İptali

A) GENEL OLARAK

Ehliyet, hukuki işlemin konusunun emredici hukuk kurallarına, kamu düzenine, genel ahlaka, kişilik haklarına aykırı olmaması ve imkânsız olmaması, hukuki işlemi meydana getiren iradenin sağlıklı olması gibi her türlü hukuki işlemde aranan bazı şartlar vardır ki bu şartlardan herhangi birini yerine getirmeyen bir hukuki işlem hükümsüz olmaya mahkumdur. Bunun dışında şekil şartı gibi sadece bazı hukuki işlemlerde uyulması gereken şartlar da hukuki işlemin hükümsüzlüğüne yol açabilir.

Aşağıda bu şartları ve bu şartlara uyulmamasının sonuçlarını ölüme bağlı tasarruflar(işlemler) bakımından inceleyeceğiz.

Ölüme bağlı tasarruflarda etkili olan asıl geçersizlik türü iptal edilebilirliktir. Bir ölüme bağlı tasarrufun iptalinden kasıt kanunda belirtilen bazı sebepleri bünyesinde bulunduran tasarrufun mahkeme kararıyla ortadan kaldırılmasıdır.1

MK m. 557 ölüme bağlı tasarrufların iptaline yol açan sebepleri şöyle düzenlemiştir.

“Aşağıdaki sebeplerle ölüme bağlı bir tasarrufun iptali için dava açılabilir:
1.Tasarruf miras bırakanın tasarruf ehliyeti bulunmadığı bir sırada yapılmışsa,
2.Tasarruf yanılma, aldatma, korkutma veya zorlama sonucunda yapılmışsa,
3.Tasarrufun içeriği, bağlandığı koşullar veya yüklemeler hukuka veya ahlâka aykırı ise,
4.Tasarruf kanunda öngörülen şekillere uyulmadan yapılmışsa.”

İlgili hükümde de görüldüğü gibi kanun ölüme bağlı tasarrufların iptalini dört tür sebebe bağlamıştır. Bu sebepler ehliyetsizlik, irade sakatlıkları, şekle aykırılık ve ölüme bağlı tasarrufun konusunun veya ona eklenen koşul ya da yüklemenin hukuka ya da ahlaka aykırı olmasıdır.

Borçlar hukukunda ehliyetsizlik, geçerlilik şekline aykırılık ve hukuka ya da ahlaka aykırılık hukuki işlemin kesin hükümsüzlüğüne yol açarken miras hukukunda aynı sebepler (hukuka ya da ahlaka aykırılık bakımından konu tartışmalı olmakla beraber) ölüme bağlı tasarrufun iptaline yol açmaktadır.2

Bu farklı uygulamanın sebebi ise artık hayatta olmayan miras bırakanın son arzularının yerine getirilmesi çabasıdır. Mirasçılar iptal edilebilir olan bir tasarrufun, miras bırakanın son arzularını yerine getirmek amacıyla iptalini istemeyebilirler. Hukuk düzeni kendiliğinden hükümsüzlüğe yol açarak bu imkana engel olmak istememiştir.

1) TASARRUF EHLİYETSİZLİĞİ

Ehliyet bütün hukuki işlemlerde bulunması gereken unsurlardan biridir. Bir hukuki işlemin geçerli olabilmesi için, o işlemin yapılması yönünde iradesini açıklayan şahıs ya da şahısların, o işlemi yapmaya ehil olmaları gerekmektedir.3

Ehliyet hak ve fiil ehliyeti olmak üzere iki ayrı kavram olarak karşımıza çıkar. Hak ehliyeti, haklara sahip olabilme ve borç altına girebilme ehliyetini ifade eder. Genellik ilkesi gereğince herkes hak ehliyetine sahiptir. Hak ehliyetine sahip olmak için insan olmak dışında herhangi bir şart aranmaz. Sağ ve tam doğmak şartı ile cenin de hak ehliyetine sahiptir. (MK m.28)4 Ayrıca hak ehliyeti bakımından, hukuk düzeninin sınırları içinde, eşitlik ilkesi söz konusudur. Yani bütün insanlar haklara sahip olma ve borç altına girme ehliyeti bakımından eşittirler. (MK. m8) Fiil ehliyeti ise, kişinin kendi fiilleriyle hak sahibi olabilme ve borç altına girebilme ehliyetidir.(MK m.9)

Fiil ehliyeti; hukuki işlem ehliyeti ve sorumluluk ehliyeti olmak üzere ikiye ayrılır. Sorumluluk ehliyeti, hukuka aykırı fiillerden sorumlu tutulma ehliyeti olup konumuz dışında kalmaktadır. Hukuki işlem ehliyeti ise, kişinin bir hukuki işlem dolayısıyla kendisini hak sahibi yapabilme ve borç altına sokabilme ehliyetidir.5 Hukuki işlem ehliyetinin en temel şartı “ayırt etme gücü”ne sahip olmaktır. Yani hukuki işlemi yapan şahsın bu davranışının sonuçlarını öngörebilme ve bu öngörünün gerektirdiği biçimde davranma yeteneğine sahip olması gerekmektedir.6

Tam fiil ehliyetinin üç şartı vardır: ayırt etme gücüne sahip olmak, reşit olmak ve kısıtlı olmamak. Tam fiil ehliyetinin gerektirdiği bu şartları sağlayıp sağlamama hususunda kişiler “ehliyetliler” ve “ehliyetsizler” olarak ayrılırlar. Ehliyetliler ve ehliyetsizler de kendi aralarında tam ehliyetliler/ sınırlı ehliyetliler ve tam ehliyetsizler/ sınırlı ehliyetsizler olmak üzere ikiye ayrılırlar.

  • Tam ehliyetliler; fiil ehliyeti için gerekli olan şartların hepsine sahip olan kişilerdir. Yani ayırt etme gücüne sahip ve reşit olup, kısıtlanmamış olanlar tam ehliyetlidirler. Bunlar, kendi fiilleriyle, tek başlarına hak sahibi olup borç altına girebilirler.7
  • Sınırlı ehliyetliler; MK m. 429 uyarınca kendilerine yasal danışman atanan kişiler sınırlı ehliyetlidirler. Bu hususu düzenleyen EMK m.379’un kenar başlığı da zaten “mahdut ehliyet” idi. Bu kişiler, kısıtlanmaları için yeterli sebep bulunmamakla beraber korunmaları için fiil ehliyetlerinin sınırlanması gerekli görülen ayırt etme gücüne sahip ergin kişilerdir. (MK m.429) Sınırlı ehliyetliler, tam ehliyetlilere oranla ağır, kısıtlılara oranla daha hafif bir ehliyet rejimine tabidirler. Ehliyetlilik kural, ehliyetsizlik istisnadır. Sınırlı ehliyetliler MK m.429’da sayılan haller dışındaki bütün işlemleri yasal danışmanın onayına ihtiyaç duymaksızın tek başlarına yapabilirler.8
  • Tam ehliyetsizler; ayırt etme gücüne sahip olmayan, dolayısıyla fiil ehliyetinden tamamen yoksun olan kişilerdir. Tam ehliyetsizlerin yapmış oldukları hukuki işlemler hüküm doğurmazlar. Çünkü ayırt etme gücünden yoksun olan bir kimsenin irade beyanının sonuç doğurması düşünülemez. Aynı şekilde tam ehliyetsizlere yöneltilen irade beyanı da hüküm doğurmaz. Tam ehliyetsizler hiçbir işlem yapamazlar. Bütün işlemleri onlar adına kanuni temsilcileri yapar. Kanuni temsilci işlemi bizzat yapmalıdır, yoksa onun izin veya icazeti yeterli değildir.9
  • Sınırlı ehliyetsizler; ayırt etme gücüne sahip küçükler ve kısıtlılardır. Sınırlı ehliyetsizler kural olarak ehliyetsiz olmakla beraber bazı işlemleri tek başlarına yapabilmektedirler. Bu husus MK m.16’da şöyle düzenlenmiştir: “Ayırt etme gücüne sahip küçükler ve kısıtlılar, yasal temsilcilerinin rızası olmadıkça, kendi işlemleriyle borç altına giremezler. Karşılıksız kazandırmada ve kişiye sıkı sıkıya bağlı hakları kullanmada bu rıza gerekli değildir.” Bu maddede düzenlenmiş olan sınırlı ehliyetsizlerin yapacakları hukuki işlemler için kanuni temsilcilerinden izin alacağı kuralı emredici bir kural olup, bu kuralın aksine sözleşme yapılamaz.10 Sınırlı ehliyetsizin, kanuni temsilcinin rızasını almadan yapmış olduğu işlemler “askıda hükümsüz” olacaktır. Yani yapılan işleme, diğer tarafın belirlediği veya başvurusu üzerine hâkimin belirleyeceği uygun bir süre içinde kanuni temsilci tarafından icazet verilmezse, işlem baştan itibaren geçersiz olacak, diğer taraf bu işlemle bağlı olmayacaktır. (MK m.451/II, MK m.343/I) Bu süre içinde kanuni temsilcinin işleme icazet vermesi halinde işlem baştan itibaren geçerli olacaktır.

2) ŞEKLE AYKIRILIK

Kanun koyucu ölüme bağlı tasarrufları sıkı şekil şartlarına bağlamıştır. Zira, ölüme bağlı tasarruflar hükümlerini düzenlendikleri tarihten çok sonra doğurabilecekleri için şekle uymanın birçok yararı vardır. Ölüme bağlı tasarruflar miras bırakanın ölümünden sonra hüküm ifade edecekleri için, kesinlik ve açıklıkları ancak belli şekil şartlarına uymaları ile sağlanabilecektir. Ayrıca şekle uyma zorunluluğu hukuki işlem yapan kişinin acele karar vermesini önlemeyi amaçlar. Bu amaç ölüme bağlı tasarruflar bakımından da söz konusudur. Şekil sayesinde gerçek ve kesin bir ölüme bağlı tasarrufla, bir ölüme bağlı tasarruf projesini birbirinden ayırabiliriz. Şeklin bir diğer faydası da ölüme bağlı tasarrufun tahrif edilmeden ele geçmesini sağlamaktır.

2.2 Vasiyetnamelerin Şekli

MK m. 531’e göre “Vasiyet, resmi şekilde veya miras bırakanın el yazısı ile ya da sözlü olarak yapılabilir.” Kanun üç şekilde vasiyetname düzenlenebileceğini hükme bağlamıştır. Bunlardan resmi vasiyetname ile el yazılı vasiyetname olağan vasiyetname şekilleridir. Sözlü vasiyetname ise istisnai hallerde düzenlenebilir. Sözlü vasiyetname ancak miras bırakanın resmi ya da el yazılı vasiyetname düzenleme imkanının olmadığı hallerde düzenlenebilir.

2.2.1. El yazısı ile vasiyetname

MK m.538/I uyarınca el yazılı vasiyetnamenin yapıldığı yıl, ay ve gün gösterilerek başından sonuna kadar miras bırakanın el yazısı ile yazılmış ve imzalanmış olması zorunludur.

El yazılı vasiyetnamede zorunlu unsur olarak eski kanunun 485inci maddesinde yer alan “tanzim edildiği mahal” koşulu, yeni MK m.538’de yer almamaktadır. Madde gerekçesine göre “…El yazılı vasiyetnamede yer koşulu, Fransız Medeni Kanunu’nun 970inci maddesinde mevcut değildir. Hem 1971 tarihli hem de 1984 tarihli Öntasarılarda da yer koşuluna yer verilmemiştir. Bu nedenle (mahal) yer koşulu maddeye alınmamıştır.”11 Yeni Medeni Kanunda yer almaması nedeniyle, şekil şartlarını incelerken düzenleme yeri konusuna değinmeyeceğiz. Ancak el yazılı vasiyetnamenin düzenlendiği yerin belirtilmesi şartının hükümden çıkarılmasının yerinde bir düzenleme olduğunu ifade etmekte fayda vardır. Favor testamenti (vasiyetname lehine yorum) ilkesi uyarınca miras bırakının son arzularını mümkün olduğunca hayata geçirmekte fayda vardır. Diğer tüm şartlara uygun olarak düzenlenmiş olan bir el yazılı vasiyetnamenin, miras bırakanın vasiyetnamesini düzenlediği yeri yazması gerektiğini bilmemesi ya da dalgınlıkla yazmaması halinde o vasiyetnamenin iptal edilmesi favor testamenti (vasiyetname lehine yorum) ile bağdaşmaz.

2.2.2. Resmi Vasiyetname

Medeni Kanunumuz iki çeşit resmi vasiyetname düzenleme şekli öngörmüştür. Bunlardan ilki MK m.533-534’te düzenlenmiş olan vasiyetçi tarafından okunarak ve imzalanarak düzenlenen resmi vasiyetnamedir. İkincisi ise MK m.535’te düzenlenmiş olan miras bırakan tarafından okunmaksızın ve imzalanmaksızın düzenlenen resmi vasiyetnamedir. MK m.533-534’e baktığımız zaman bu tür bir resmi vasiyetname düzenleyebilmek için okur yazar olmanın şart olduğu anlaşılmaktadır. O halde herhangi bir sebeple okuma yazma iktidarından yoksun olan kimseler, resmi vasiyetname düzenlemek istedikleri zaman MK m.535’te öngörülmüş olan şekilde resmi vasiyetname düzenlemek zorundadırlar.12 Okuma yazma bilen bir kişi seçimlik hakka sahiptir. Okuma yazma bilen bir kimse dilerse MK m.533’e göre, dilerse de okuma yazma bilmeyenlerle ilgili olan MK m.535 çerçevesinde resmi vasiyetname düzenleyebilir. Bu şekillerden birisini, hiçbir sebep göstermeksizin seçmek hakkı vasiyetçiye aittir. Seçmenin gerekçesinin vasiyetnamede açıklanmasına da gerek yoktur.13

Kısmen MK m.533-534’ten, kısmen de MK m.535’ten yararlanılarak resmi vasiyetname (karma resmi vasiyetname) düzenlettirme imkânı da mevcuttur.

3) İRADE SAKATLIKLARI

Her hukuki muamelenin temel unsuru, hukuki sonuca yönelmiş olan irade beyanıdır. Hukuki sonuca yönelmiş olan bir irade beyanı yoksa hukuki işlemden söz edilmesi mümkün değildir.

Bir fiilin irade beyanı olarak kabul edilmesi için gerekli olan unsurlar: Hukuki sonuca erişme iradesi, açıklama yapma iradesi ve bu iradenin açığa vurulmasıdır.14 O halde bir hukuki işlemin doğabilmesi için gerekli olan irade beyanının sıhhatli olması gerekmektedir.

Kanun koyucu, iradeyi sakatlayan halleri miras hukuku bakımından özel olarak düzenlemiştir. Bunun sebeplerinden biri ölüme bağlı tasarruflarda miras bırakanın iradesine daha çok önem verilmesi, diğeri ise ölüme bağlı tasarrufun iptali için mahkeme kararının gerekli olmasıdır.15

Sağlar arası işlemlerde alışveriş yaşamının güvenliği ve muhatabın güveninin korunması esastır. Bu nedenle irade sakatlıkları “güven ilkesi”ne göre şekillenir. Ölüme bağlı tasarruflarda ise durum farklıdır. Ölüme bağlı tasarruflarda bazen korunması gerekli olan bir karşı taraf yoktur. Bu nedenle ölüme bağlı tasarruflarda irade sakatlıklarında esas olan “irade ilkesi”dir. Sağlar arası işlemlerin aksine ölüme bağlı tasarruflarda (vasiyetnamelerde ve miras sözleşmesinde yer almakla birlikte vasiyet hükmünde olan tek taraflı tasarruflarda) adi saik hatası bile tasarrufun iptaline yol açabilir.

İrade beyanındaki sakatlık ya beyanın iradeye uymamasından ya da iradenin oluşmasındaki bir etkenden kaynaklanır.16 Zihni kayıt, latife beyanı gibi isteyerek meydana getirilen irade sakatlıkları ölüme bağlı tasarruflar bakımından pek önem taşımaz. Muris düzenlemiş olduğu vasiyetnameyi, hiçbir gerekçe göstermeye gerek olmaksızın, istediği zaman geri alabileceğine göre vasiyetnamede zihni kaydın varlığını ileri sürmesine gerek yoktur. Latife beyanı için de aynı sonuca ulaşmak gerekmektedir. Vasiyet alacaklarının ve mirasçıların da vasiyetçinin ölümünden sonra zihni kaydı ya da latife beyanını ileri sürememeleri gerekir. Ancak elle yazılı vasiyetname bakımından, kurucu unsur olan vasiyet yapma iradesinin (animus testandi) yokluğu ileri sürülebilir.17 Bu durumda da vasiyetname iptal edilebilirlikle değil yoklukla sakattır. Miras sözleşmesi iki taraflı ve resmi şekilde yapılması gereken bir işlem olduğuna göre, sonradan miras bırakanın latife olsun diye böyle bir sözleşme yaptığı yönündeki iddiaların dikkate alınmaması gerekir. Zihni kayıt için de aynı durum söz konusudur.18 Bazı yazarlar miras sözleşmelerinde latife beyanı ve zihni kaydı borçlar hukuku kurallarına göre değerlendirmektedirler. Bu yazarlara göre, dürüstlük kuralı gereği, zihni kayıt ya da latife beyanı muhatap tarafından biliniyor ya da bilinmesi gerekiyorsa miras sözleşmesi geçersiz sayılmalı ve bu geçersizlik her zaman ileri sürülebilmelidir.19

Ölüme bağlı tasarruf bir irade açıklamasıdır ve sağlıklı bir şekilde oluşmuş ve buna uygun olarak beyan edilmiş bir iradeyi gerektirir. Bir ölüme bağlı tasarruf ister vasiyetname ister miras sözleşmesi olsun yanılma, aldatma, korkutma ya da zorlama altında yapılmış ise iptal edilebilir. MK m.504 kullanılan “geçersizdir” ifadesi uygun değildir. Çünkü, ölüme bağlı tasarruflarda irade sakatlıklarına bağlanan yaptırım, sağlar arası hukuki işlemlerden farklı olarak20 , iptal edilebilirliktir.21 Mahkeme ölüme bağlı tasarrufun iptaline karar verinceye dek ölüme bağlı tasarruf geçerlidir.

Hata, hile ve ikrah söz konusu ise mirasçılar ya da vasiyet alacaklıları ölüme bağlı tasarrufun iptalini isteyebilirler. Acaba miras bırakanın böyle bir imkânı var mı? Bu soru sadece miras sözleşmeleri bakımından özellik arz eder. Zira vasiyetnameler hiçbir sebep gösterilmeksizin, her zaman, tek taraflı irade beyanıyla geri alınabildikleri için miras bırakanın iptal davası açma imkanının olup olmadığı önem taşımaz. Soruyu miras sözleşmeleri için cevaplayalım. MK m.558/I’e göre “İptal davası, tasarrufun iptal edilmesinde menfaati bulunan mirasçı veya vasiyet alacaklısı tarafından açılır.” O halde miras bırakanın böyle bir imkânı yoktur. Ancak, irade sakatlıkları halini düzenleyen MK m.504, miras bırakana ölüme bağlı tasarruftan dönme imkânı tanımıştır. Bu hükme göre “…miras bırakan yanıldığını veya aldatıldığını öğrendiği ya da korkutma veya zorlamanın etkisinden kurtulduğu günden başlayarak bir yıl içinde tasarruftan dönmediği takdirde tasarruf geçerli sayılır.” O halde, tasarruftan dönme imkânı bulunan miras bırakanın tasarrufu iptal etme yoluna gitmesine gerek de yoktur.22 Yargıtay da bir kararında23 “MK m. 557’de yer alan ve ölüme bağlı tasarrufların iptaline ilişkin bulunan sebeplerden dolayı iptal davasını sadece ölümden sonra mirasçılar ve öteki ilgililer açabilir” diyerek davacının eşi ile yaptığı miras sözleşmesinin iptali talebini kabul eden yerel mahkeme kararını bozmuştur.

Ölüme bağlı tasarrufların iptaline yol açan irade sakatlıklarını incelemeden önce, miras sözleşmeleri ile ilgili yapılacak olan bütün açıklamaların mirastan feragat sözleşmeleri için de geçerli olacağını belirtmekte fayda vardır. Şimdi ölüme bağlı tasarrufların iptaline sebep olan irade sakatlıklarını tek tek inceleyelim:

3.1 HATA

Hata, gerçek irade ile beyan arasında istenmeden ortaya çıkan uyumsuzluk halidir. Hata ya iradenin istenmeyerek dışa yanlış aksettirilmesinden (beyan hatası) ya da iradenin oluşmasına etken olan düşüncenin gerçeğe uygun olmamasından (saik hatası) kaynaklanır.24 Bir olay veya duruma ilişkin düşüncenin doğru olup olmadığı hususunda şüphe varsa hatadan söz edilemez. Çünkü şüphe o durumun ya da olayın doğru olmadığı ihtimalini de ihtiva etmektedir. Aynı şekilde bilinçli olarak gerçeği bilmeme halinde de hatadan söz edilemez.25

Borçlar hukukunda asıl önemli olan beyan hatasıdır. Beyan hatasının da esaslı olması gerekir. Saik hatası kural olarak sözleşmenin geçerliliğini etkilemez. Ancak temel hatası niteliğindeki saik hataları sözleşmeyi sakatlar (BK m.23,24).

Hata hukuki veya maddi bir hata olabilir. Bir tablonun orijinal zannedilerek alınması ancak tablonun gerçeğinin kopyası çıkması maddi hataya örnek olarak gösterilebilir. Hukuki hataya örnek olarak ise açık hava sineması olarak işletilmek üzere kiralanan bir arsaya belediyenin ruhsat vermemesi gösterilebilir.26

Borçlar hukukundan farklı olarak, hata halinde ölüme bağlı tasarruflar iptal kararı verilinceye dek geçerlidirler. Oysa borçlar hukukunda, tartışmalı olmakla beraber, hata halinde düzelebilir hükümsüzlüğün söz konusu olduğu kabul edilmektedir. Yani hataya düşmüş olan taraf bir yıl içinde sözleşmenin hükümsüzlüğünü ileri sürmezse, başta geçersiz olan sözleşme geçerli hale gelir.27 Sözleşmenin hükümsüzlüğü için dava açmaya gerek yoktur. Hataya düşen tarafın sözleşme ile bağlı olmayacağına ilişkin irade beyanı inşai niteliktedir.28

Ölüme bağlı tasarruflarda beyan hatasının ölüme bağlı tasarrufun iptaline yol açabilip açamayacağı somut olaya göre değişir. Vasiyetnameler her zaman tek taraflı olarak geri alınabileceği için, muris için konuyu tartışmaya gerek yoktur. Miras sözleşmesi söz konusu ise muris hataya düştüğünü anladığı andan itibaren bir yıl içinde tasarruftan dönmediği takdirde tasarruf geçerli hale gelir (MK m.504/I). Bu süre hak düşürücü süredir. Bir yılın dolmasıyla tasarrufun hataya dayanılarak iptal edilmesi söz konusu olamayacaktır. Mirasçılara gelince: Mirasçılar beyan hatasına dayanarak vasiyetnamenin iptal edilmesini talep edebilirler. MK. m. 504’de belirtilen bir yıllık hak düşürücü süre içinde miras bırakanın tasarrufundan dönmüş olması halinde konunun tartışılmasına gerek yoktur. Miras bırakanın bir yıllık süre içinde tasarrufundan dönmemiş durumda, biraz önce de değindiğimiz gibi, tasarruf geçerli hale gelecek, mirasçılar tasarrufun iptalini ileri süremeyecektir. Miras bırakanın hatasının farkına varmadan ya da hatasının farkına vardığı andan itibaren henüz bir yıllık süre dolmadan vefatı halinde, mirasçılar beyan hatasına dayanarak tasarrufun iptalini isteyebilirler.29

MK m.504/II ölüme bağlı tasarruflarda kişinin ya da şeyin belirtilmesinde açık hatayı iptal nedeni saymamıştır. Açık hata halinde miras bırakanın iç iradesinin gerçekte ne o akdi yapmayacak ve iş hayatındaki objektif hüsnüniyet kuralları uyarınca söz konusu durum akdin tek taraflı bağlamazlığını haklı gösterecek bir önemde görülebiliyorsa hata esaslıdır” olduğu belirlenebiliyorsa, ölüme bağlı tasarruf bu iç iradeye göre düzeltilir.30 Böyle bir halde iptal davası açmaya gerek yoktur. Miras bırakanın açık hatası düzeltilerek ölüme bağlı tasarruf geçerliliğini korur. Ancak en ufak bir şüphe ve tereddüt varsa düzeltme yoluna gidilemez.31

Miras bırakanın hatasının MK m.504/II uyarınca düzeltilerek ölüme bağlı tasarrufun geçerli kılınması iki şarta bağlıdır:

-Hata, ölüme bağlı tasarrufun konusunu oluşturan şeye ya da ölüme bağlı tasarruf ile kazandırmada bulunulan kişiye ilişkin olmalıdır.

-İkinci şart, miras bırakanın gerçek iradesi kesin olarak tespit edilmelidir. Örnek olarak, miras bırakan vasiyetnamesinde yeğeni Ahmet’i mirasçı atamış olsa, fakat miras bırakanın Mehmet adında bir tek yeğeni varsa, miras bırakanın Mehmet’i kastetmiş olduğu açıktır. O halde ölüme bağlı tasarrufu düzeltmek ve geçerli saymak gerekir.32

MK m.504/II’de sözü edilen açık hatanın düzeltilebilmesi için, bunun sadece gösterme ve tayin hatası olması gerekir. Kişide hata ya da tasarrufun kapsamında hata yapılmışsa düzeltme söz konusu olmaz, tasarruf iptal edilir.33

BK m.25’e göre “Hataya düçar olan taraf, hüsnüniyet kaidelerine muhalif surette ona istinat edemez.” Örneğin hataya düşen taraf, hatasını anladıktan sonra, bu sözleşmenin kendisi için iyi sonuçlar doğurup doğurmayacağını, piyasa şartlarına göre tayin edebilmek için bir süre sesini çıkarmıyor. Hataya düştüğünü anladığı zaman karşı tarafa bildirmiş olsaydı karşı taraf durumu zararsız atlatabilecekken, piyasa şartlarını değerlendirmek için beklediği bu sürenin sonunda hatasını ileri sürmesi karşı tarafı büyük bir zarara uğratıyor. Bu halde dürüstlük kuralının ihlali açıktır.34 Özellikle karşı tarafın, hataya düşen tarafın gerçek iradesine uygun olarak sözleşmeyi ifa etmeye hazır olduğunu bildirmesi halinde, hataya dayanılarak sözleşmenin iptal ettirilmesi dürüstlük kuralı ile bağdaşmaz.35

Sağlar arası işlemlere nazaran ölüme bağlı tasarruflarda hatanın tespiti oldukça güçtür. Hatayı ve tasarrufu yapan miras bırakan ölmüştür. Hâkim miras bırakanın gerçek iradesini tespit etmek için vasiyetname dışındaki diğer delillerden (mektup vs) yararlanabilir.36

Hata halini incelerken vasiyetnameler ve miras sözleşmeleri arasında bir ayrım yapmak gerekir.

3.2 HİLE (ALDATMA)

Hile, bir kimsenin, davranışı ile diğer şahsı irade beyanında bulunmaya sevk etmek için o şahısta hatalı bir fikrin doğumuna veya teyidine ya da devamına kasten sebebiyet vermesidir. Kısaca hile bir kişinin kasten saik hatasına düşürülmesi olarak tanımlanabilir.37 Hile bir takım gerçek dışı beyanlarda bulunmak, sözler sarf etmek yoluyla olabileceği gibi susma ile de gerçekleştirilebilir. Ancak susmanın hile teşkil etmesi için, hüsnüniyet kurallarına göre taraflar arasındaki hukuki ilişki gereğince kişinin bazı olayları bildirmesi zorunlu olmalıdır. Böyle bir zorunluluk yoksa susma hile teşkil etmez.543

Bazı yazarlar 4721 sayılı Medenin Kanunun, hile karşılığı kullanmış olduğu “aldatma” kavramını eleştirmektedir. Bu yazarlara göre; aldatma kavramı, başkasını aldatan kişinin, kendi aldatmasına dayanarak bir iptal davası açabileceği anlamına da gelmektedir. Bu anlam ise kanunun kastettiği anlam değildir. Kanunda anlatılmak istenen, aldatılan kişinin veya bu nedenle hakları zedelenenlerin dava açma hakkıdır. Bu gerekçeyle yasada hile karşılığı kullanılan ifadenin “aldatılma” biçiminde olması gerekir. Aynı şekilde “korkutma” kavramı da eleştirilmiş, onun yerine de “korkutulma” kavramının kullanılması önerilmiştir.38

Hile halini düzenleyen BK m.28/I’e göre akdi yapanlardan biri, diğerinin hilesi ile akdi yapmağa sevk edilmiş ise, düştüğü hata esaslı olmasa bile, akit kendisini bağlamaz. Bu hükümden de anlaşılacağı üzere hile bir tür hata halidir. Hukuki işlemi yapan şahıslardan biri hataya düşmekte, fakat hatasına sebep olan etken kendi yanılması değil, başka bir şahsın aldatmasıdır.

Hile, sözleşmenin karşı tarafınca yapılabileceği gibi, kişide sözleşme yapma iradesini meydana getiren, ancak bu işleme taraf olmayan bir üçüncü şahıs tarafından da yapılabilir.39 Ancak üçüncü kişinin hilesi sebebiyle hataya düşen kimsenin o işlemle bağlı olmaması için, karşı tarafın üçüncü kişinin hilesini bilmesi ya da bilebilecek durumda olması gerekir (BK m.28/II). Karşı tarafın mümessili veya ifa yardımcısı ya da tüzel kişinin organı, üçüncü kişi sayılmaz. Aynı şekilde, özel bir hukuki ilişki nedeniyle sözleşmenin kurulmasında menfaati olan ve dolaylı bir şekilde sözleşme ile ilgisi bulunan şahıslar da üçüncü kişi sayılmazlar. Bu nedenle, karşı taraf bu kimselerin hilesinden haberdar olmasa bile, bu hile kendi hilesiymiş gibi sorumlu olur.40

Bazı yazarlara göre, hata bir iptal sebebi olduğuna göre, hatanın daha ağır şekli olan hilenin ölüme bağlı tasarrufu sakatlayacağı ve iptaline yol açacağı açıktır. Hile hakkında kanunda özel düzenleme mevcut olmasaydı bile, hata hükümlerine başvurularak hile sonucu yapılmış olan ölüme bağlı tasarruf iptal edilebilirdi.41

Hile ile hukuki işlem arasında illiyet bağı olmalıdır. Hileli sözler ve davranışlar bulunmasaydı dahi, kişi hukuki işlemi aynı şartlar altında yapacak idiyse hileden söz edilemez.548

MK m.504/I uyarınca miras bırakanın hile etkisi altında yaptığı ölüme bağlı tasarruflar geçersizdir. Ancak miras bırakanın hileyi öğrendiği tarihten itibaren bir yıl içinde ölüme bağlı tasarruftan dönmemesi halinde tasarruf geçerli hale gelir. Miras bırakanın bu bir yıllık süre dolmadan vefatı halinde ne olacak? Miras bırakan tasarruftan dönmüşse zaten bir problem yok. Miras bırakanın tasarruftan dönmeden, bu bir yıllık süre içinde vefatı halinde kanaatimizce mirasçılar söz konusu ölüme bağlı tasarrufun iptali için dava açabilirler. Zira miras bırakanın ölümü ile birlikte bütün haklar ve borçlar mirasçılara intikal eder.

MK m. 578’e göre miras bırakanın ölüme bağlı tasarruf yapmasını veya böyle bir tasarruftan dönmesini aldatma ile sağlayanlar ya da engelleyenler, mirasçı olamayacakları gibi, bu tasarrufla herhangi bir hak da edinemezler. O halde hile aynı zamanda bir mirastan yoksunluk sebebidir.42

Hata için vasiyetnameler ile miras sözleşmeleri arasında yapılan ayrım hile hali için de söz konusudur.

3.3 İKRAH (KORKUTMA YA DA ZORLAMA)

BK m.30 uyarınca ikrah, içinde bulunduğu duruma göre bir kimsenin kendisinin ya da kendisine yakın bağı bulunan kimsenin vücudunun ve canının, şerefinin veya malının yakın ve önemli bir tehlike ile tehdit edilmesi ve muhatabın da bunun gerçekleşeceğine kanaat getirmesidir.43 Kişide mevcut olan bir korkudan yararlanmak da ikrah teşkil eder.44

İkrahta, psikolojik bir baskı ile muhatabın bir irade açıklaması sağlanır. Muhatap ikrah sonucunda tek taraflı bir işlem yapabileceği gibi, iki taraflı bir işlem için de icap/kabul beyanında bulunabilir.45

Hileden faklı olarak ikrahta iradesi sakatlanan taraf, iradesi üzerindeki hukuka aykırı etkiyi açıkça görmektedir. Hilede ise, aldatılan taraf, iradesinin hukuka aykırı bir etki altında bırakıldığının farkında değildir. Kısacası, irade üzerindeki hukuka aykırı etki, hilede gizlice, ikrahta açıkça sağlanır.

MK m.557/II’de ikrah, korkutma veya zorlama olarak ifade edilmiştir. Zorlama maddi korkutmayı, korkutma ise manevi korkutmayı ifade eder. Zorlamada fiziksel, maddi ve cismani bir baskı söz konusu iken, korkutmada kişinin maneviyatı üzerinde ruhi bir baskı vardır. Korkutma manevi bir zorlama niteliğindedir. Örnek olarak, yatalak hasta olan bir kimseye, kendi lehine bir ölüme bağlı tasarruf yapmaması halinde onu bakımsız ve yalnız bırakacağını ifade ederek onu böyle bir ölüme bağlı tasarruf yapmaya zorlamak korkutmadır. Kişiyi döverek, ona şiddet uygulayarak onu ölüme bağlı tasarruf yapmaya sevk etmek ise zorlamadır. Kişinin elini tutarak zorla imzalatma, ya da ona zorla uyuşturucu madde vererek ya da zorla ipnotize ederek işlemi yapmasını sağlama halinde kişinin iradesi mevcut olmadığından işlem doğmamıştır, yoklukla sakattır. Bu işlemin geçersizliği için herhangi bir davaya ya da irade beyanına gerek yoktur.46 Böyle bir halde ikrahtan söz edilemez. Zira ikrahta sakat da olsa bir irade vardır. İkrahta korkutulan kişinin iradesi bir baskı altında bırakılmış olmakla birlikte ortadan kaldırılmış değildir. Korkutulan kişi her şeye rağmen bir seçim hakkına sahiptir.47 İradenin ortadan kaldırılması ihtimalinin miras sözleşmeleri bakımından pek mümkün olmadığını belirtmekte fayda vardır. Zira miras sözleşmeleri resmi makam önünde yapılırlar.

İkrah etkisinde bir irade beyanında bulunan tarafın bu iradesi sakattır. Bu sakatlık hukuki işlemin geçerliliğini etkiler. BK m.29’a göre “Eğer iki taraftan biri diğer tarafın yahut üçüncü bir şahsın ikrahıyla bir akit yapmış olursa, kendi hakkında lüzum ifade etmez.”

İkrahta, iradesi sakatlanan taraf bir tehdide maruz kalmış olmalıdır. Yani irade beyanında bulunmaması halinde, kendisine ya da yakınlarına bir kötülük yapılacağına inandırmak maksadıyla birtakım sözler söylenmiş ya da davranışta bulunulmuş olmalıdır. Tehdidin üçüncü bir şahıs tarafından yapılmış olması hukuki işlemin geçerliliğine yaptığı etki bakımından bir fark yaratmaz. Hileden farklı olarak, lehine tehdit yapılan şahıs üçüncü kişinin yaptığı tehdidi bilmese bile işlemin hükümsüzlüğü ileri sürülebilir.48

İkrah yapan, muhatabına kendisinin ya da yakınlarının bir tehlikeye maruz kalacağını ve bu tehlikeyi gerçekleştirebilecek güçte olduğunu göstermelidir. Borçlar Kanunu tehlikenin mahiyetini yöneltilmesi gerektiğini ifade etmiştir. Tehlike şahsın ya da yakınlarının hayatına, vücut tamlığına, namus ya da mallarına yönelik olmalıdır. (BK 30/I)

Yapılan tehdidin ağır olması ve tehlikenin derhal gerçekleşebileceği kanaatini uyandırması gerekir. Önemsiz ya da ilerde meydana gelebilecek bir tehlikeye ilişkin tehditler yapılan hukuki işlemin geçerliliğine etki etmez. Tehlikenin gerçekleşme ihtimali bulunmasa dahi, tehdide uğrayan şahıs bu tehlikenin gerçekleşebileceğini düşünerek bir işlem yaptıysa, işlem ikrah nedeniyle sakatlanır. Örnek olarak oyuncak bir tabancayla tehdit edildiği halde, durumun farkında olmayan ve korktuğu için işlem yapan şahıs, ikraha dayanarak işlemin sakatlığını ileri sürebilir.50

Tehdidin varlığını saptamada “subjektif teori” esastır. Yani tehdidin ortalama insanlar üzerinde yapacağı etki değil, tehdide uğrayan kişi üzerinde yapacağı etki esastır.51

Tehdit kişinin şahsına ya da yakınlarına yönelik olmalıdır. BK m.30’da yer alan “yakın akraba” ifadesini kişinin kendine yakın hissettiği kimseler olarak anlamak gerekir. Yakın bir arkadaşa ya da sevgiliye yönelik tehlike tehdidi de ikrah olarak kabul edilmelidir.52 Hatta bir kimse, hiç tanımadığı bir kimseye kendi gözleri önünde işkence yapılacağı söylenerek dahi korkutulabilir. Kişinin ani acıma duygusu kendini o kişiye yakın hissetmesine neden olabilir. Bu durumda da ikrahın varlığı kabul edilmelidir.

Tehdidin hukuka aykırı olması gerekir. Bir hakkın ya da kanuni yetkinin kullanılacağını beyan etmek ikrah değildir. Ancak bu kanuni yetkiyi kullanmak şartıyla aşırı menfaat elde edilmesi söz konusu ise yine ikrahın varlığı kabul edilmelidir.53 Bazı yazarlara göre, BK m.30’da belirtilen, ikrahın hukuka aykırı olması gerektiği şartı ölüme bağlı tasarruflar bakından söz konusu değildir, tehdidin hukuka uygun olması halinde de ölüme bağlı tasarrufun iptali mümkündür yeter ki tehdit miras bırakanın iradesine tesir etmiş olsun.54 Tehdit ile yapılan hukuki işlem arasında illiyet bağı olmalıdır. Yani tehdit olmasa idi o işlem ya hiç yapılmayacak olmalıdır ya da başka şartlarda yapılacak olmalıdır.55

Tehdit edilen şahıs, sözü edilen tehlikeyi üçüncü bir kişinin ya da resmi makamların yardımı ile atlatmışsa ve hukuki işlemi bundan sonra yapmışsa, bu hukuki işlem geçerlidir.56

İrade sakatlıkları arasında hukuki işlemi sakatlama bakımından en etkilisi ikrahtır. Hatanın belli ağırlıkta olması gerekir, hile halinde üçüncü kişinin hilesi söz konusu ise lehine hile yapılanın bu durumdan haberdar olması gerekir. Oysa ikrah söz konusu ise kanun koyucu iptal hakkını kolaylaştırmıştır. Lehine tehdit yapılan kimse, üçüncü kişinin ikrahından haberdar olmasa bile hukuki işlem iptal edilebilir. Bütün bu açıklamalar miras sözleşmeleri için geçerlidir, vasiyetnameler bakımından geçerli değildir. Zira vasiyetnamelerin iptali için hatanın esaslı olmasına, üçüncü kişinin hilesinden haberdar olmaya gerek yoktur.

Hile gibi ikrah da mirastan yoksunluk sebebidir. MK m. 578 mirastan yoksunluk sebeplerini sayarken “Miras bırakanın ölüme bağlı bir tasarruf yapmasını veya böyle bir tasarruftan dönmesini aldatma, zorlama veya korkutma yoluyla sağlayanlar ve engelleyenler” ifadesine yer vermiş ve ölüme bağlı tasarrufa bu şekilde etki edenlerin mirasçı olamayacaklarını ve ölüme bağlı tasarrufla hak edinemeyeceklerini belirtmiştir.

MK m.504/I, miras bırakanın ikrah etkisi ile yapmış olduğu ölüme bağlı tasarrufların geçersiz olduğunu ve miras bırakanın korkutma ve zorlamanın etkisinden kurtulmasından itibaren bir yıl içinde söz konusu ölüme bağlı tasarruftan dönmesi gerektiğini, aksi halde bu tasarrufun geçerli hale geleceğini söyler.
Diğer irade sakatlıklarında olduğu gibi ikrah bakımından da vasiyetnameler ile miras sözleşmeleri arasında ayrım yapmak gerekir.

3.4 GABİN

Gabin, edimler arsında açık bir nispetsizlik bulunmasıdır. BK m.21 uyarınca; taraflardan birinin zaruret içinde olması, tecrübesizliği veya düşüncesizliğinin diğer tarafça istismar edilmesi suretiyle yapılan bir akitte edim ile karşı edim arasında açık bir nispetsizlik meydana getirilmişse, zarara uğrayan kimse, bir yıllık süre içinde, akitle bağlı olmadığını bildirebilir ve yerine getirdiği edimi geri isteyebilir.

Kanun ölüme bağlı tasarruflarda gabini düzenlememiştir. Bunun nedeni, ölüme bağlı tasarruflar denince akla vasiyetnamenin gelmesi, vasiyetnamede de edimler arasında nispetsizliğin söz konusu olmaması olabilir.57

Oysa, ivazlı miras sözleşmelerinde gabin söz konusu olabilir.58 Miras bırakanın tasarruf ettiği değer ile karşılığında aldığı ivaz arasında açık bir nispetsizlik söz konusu olabilir. Hak düşürücü süre olan bu bir yıllık süre akdin kurulmasıyla başlar, bir yılın dolmasıyla iptal hakkı düşer. Miras bırakan miras sözleşmesinin yapıldığı andan itibaren bir yıl içinde gabin nedeniyle tasarrufu iptal etmezse, artık ne kendisi ne de mirasçıları gabin sebebiyle tasarrufun iptalini isteyebilirler. Acaba daha bir yıllık süre dolmadan miras bırakan vefat ederse, mirasçıları gabin hükümlerine dayanarak tasarrufun iptalini isteyebilirler mi? Miras bırakanın bir yıllık süre dolmadan ölmesi halinde, mirasçılar, gabine dayanarak ölüme bağlı tasarrufun iptalini isteyebilirler.59

Mirastan feragat sözleşmesinde de feragat bedelinin aşırı yüksek olması halinde, mirasçılar BK m.21 çerçevesinde miras sözleşmesinin iptalini isteyebilmelidir. Bu durumda saklı paylı mirasçıların tenkis davası açma şansları da saklıdır.60

4) HUKUKA VE AHLAKA AYKIRILIK

Ölüme bağlı tasarruf gerek içerdiği hükümler bakımından gerekse bunların bağlı kılındığı koşullar ve yüklemeler bakımından hukuka veya ahlaka aykırı ise iptal edilebilir.

Ahlaka aykırı ölüme bağlı tasarruflar konusunda önemli bir mesele metres lehine yapılan kazandırmaların durumudur. Doktrinde, taraflardan birisinin veya her ikisinin evli olmasına rağmen, bunlardan birinin evlilik dışı devamlı ilişkiler kurduğu, adeta karı-koca hayatı yaşadığı diğer taraf lehine yaptığı ölüme bağlı tasarrufların ahlaka aykırılık sebebiyle hükümsüz sayılıp sayılamayacağı tartışma konusudur.

İsviçre Federal Mahkemesine göre, bir ölüme bağlı tasarrufun hükümsüz sayılması için, onun yapılmasına yol açan saikin (burada metreslik ilişkisi) ahlaka aykırı olması yeterli değildir. Ayrıca, bizzat ölüme bağlı kazandırma, ahlaka aykırı bir nitelik arz etmelidir. Şu hâlde metres lehine yapılan herhangi bir kazandırma değil, sadece kazandırma lehtarını, meşru evliliğini ortadan kaldırıp kendisi ile evlenmeye veya evlilik bağına aykırı düşen ilişkilerini devam ettirmeye sevk etmek amacı ile yapılan kazandırmalar hükümsüzdür. Vasiyetçi bu sonucu istememiş bile olsa, böyle bir ihtimali önceden öngörmüş ve yaptığı kazandırmanın bunu gerçekleştirmeye elverişli olduğunu düşünmüş ise yine hükümsüzlük vardır. Diğer taraftan Federal Mahkeme, hükümsüzlüğün gerçekleşmesi için ikinci bir şartın daha varlığını aramaktadır. Kazandırma lehtarı, ölüme bağlı tasarrufun düzenlendiği tarihten önce veya sonra, söz konusu tasarruf vasıtası ile lehine yapılan kazandırmanın varlığından ve esaslı şartlarından haberdar olmalıdır.

Borçlar Hukuku işlemlerinde emredici kurallara, ahlaka aykırılık mutlak olarak geçersiz olduğu halde, miras hukukunda buna sadece dava ile iptal edilebilirlik yaptırımının bağlanmasındaki isabet tartışılabilir. Örneğin miras bırakan vasiyetnamesinde (A)’ yı, (B)’nin ırzına geçmesi koşuluyla mirasçı atamış ise, (A), (B)’nin ırzına geçtikten sonra vasiyetnamenin yerine getirilmesini talep edebilecektir ve süre de kaçırılmış ise artık vasiyetnamenin iptali için de dava açılamayacaktır. Kanuna veya ahlaka aykırı ölüme bağlı tasarrufların BK’da olduğu gibi mutlak geçersizlik yaptırımına bağlamak daha iyi olurdu.

Tasarrufun iptaline yol açacak ahlaka aykırılıkta hangi andaki ahlak kurallarının esas alınacağı konusunda doktrinde farklı görüşler mevcuttur. Bu konuda bir görüşe göre, tasarrufun yapıldığı anın esas alınması gerekir. Zira, Kanunda muteberlik şartları tasarrufun yapıldığı an esas alınarak sevk edilmiştir. Diğer bir görüşe göre ise, bu konudaki değerlendirmede tasarrufun düzenlendiği an esas alınmaz. Değerlendirme, hâkimin kararını vereceği an yürürlükte olan görüş ve telakkilere uygun biçimde yapılacaktır. Zira, hâkimin, hüküm vereceği an hakim olan ahlaki görüşlerden ayrılması caiz değildir.

Ahlaka aykırılık değerlendirilirken hangi andaki fiili ilişkilerin (söz konusu değerlendirmeye esas olan fiili durum) göz önünde tutulacağı da başka bir meseledir. Örneğin miras bırakanın (B) ile evli iken, kendisi ile evlilik dışı ilişkilere devam etmesini sağlamak amacıyla metresi (A) lehine bir vasiyetname düzenlediğini ve (A) yı durumdan haberdar ettiğini farz edelim. Bir süre sonra (B) den boşanan miras bırakan, (A) ile evlenirse, mirasın açıldığı anda, (A) onun sağ kalan eşidir. Vasiyetnamenin düzenlendiği anda ahlaka aykırılık hükmünü verdiren fiili ilişkiler, mirasın açıldığı anda tamamen değişmiştir. Bu ölüme bağlı tasarruf ahlaka aykırılık sebebiyle hükümsüz sayılacak mıdır? Bu konuda mirasın açıldığı anın esas alınması yerinde olur. Ölüme bağlı tasarruf, miras bırakanın öldüğü anda hükümlerini doğurduğuna göre, onun geçerli olup olmadığına bu andaki fiili ilişkilerden hareket ederek karar vermelidir.

Hukuk düzeni bir malın intikalini Miras Hukukundan ayrı olarak özel bir biçimde düzenlemiş veya malikin eşya üzerinde her türlü tasarrufunu yasaklamış ise, acaba miras bırakanın buna rağmen yapmış olduğu ölüme bağlı tasarrufların geçerliliği nasıl olacaktır? Bu gibi hallerde yaptırımın iptal edilebilirlik şeklinde değil, mutlak geçersizlik şeklinde olması gerekir. Çünkü bu halleri düzenleyen kurallar MK. 557/558’e göre özel hüküm içermektedir.

525 sayılı Kanunun 2. maddesi ile İstiklal Madalyalarının sahibinin ölümü ile kime nasıl intikal edeceği düzenlenmiştir. Madalya sahibinin bu hükme aykırı ölüme bağlı tasarrufunu Yargıtay 2. HD.si mutlak olarak hükümsüz saymaktadır.

Sosyal Güvenlik Hukukundan doğan dul, yetim aylığı, emeklilik ikramiyesi gibi kazanımlar Miras Hukukunun dışında kaldığından, miras bırakanın bunlar üzerindeki tasarrufları da aynı şekilde mutlak olarak hükümsüzdür.

Yabancı uyruklu kişilerin Türkiye’de mal edinmesini, Türkiye’deki malları üzerinde tasarrufta bulunmasını yasaklayan kanuni hükümlere aykırı ölüme bağlı tasarruflarda mutlak geçersiz sayılmalıdır.

B) İPTAL DAVASI61

İptal davası, kanunun öngördüğü sebeplerden birini bünyesinde taşımayan ölüme bağlı tasarrufun ortadan kaldırılması (hükümden düşürülmesi) amacına yönelik bir davadır. Mahkeme tarafından iptaline karar verilmediği sürece, bir iptal sebebiyle sakat olsa bile, ölüme bağlı tasarruf hüküm ifade eder, yani, kendisinden beklenen sonuçları doğurur. Buna karşılık, iptal davası açılır ve olumlu sonuçlanan mahkeme kararı kesinleşirse, ölüme bağlı tasarruf ortadan kalkar. Bu nedenle, iptal davası bozucu yenilik doğuran bir davadır.

Bununla birlikte, Yargıtay HGK 1996 tarihli bir kararında, vasiyetnamenin iptaline ilişkin davanın yenilik doğuran (inşai) dava değil bir tespit davası olduğu, bu sebeple nisbi harca değil maktu harca tabi olduğu görüşündedir.

Ölüme bağlı tasarrufun iptali davasına damgasını basan ilke “favor testamendi” ilkesidir. Bu bağlamda geçersiz tasarrufun elden geldiğince geçerli tutulmasına çalışılması, böyle bir tasarrufu miras bırakanın ölümünden sonra yineleyemeyeceği, başkasının da onun yerine bu işi yapamayacağı düşüncesine ve miras bırakanın ölüme bağlı son dileklerine geleneksel saygıya dayanır.

İptal davası, ölüme bağlı tasarrufun tümünün veya bir kısmının iptaline ilişkin olabilir. Kısmi iptal davalarında kalan kısım geçerliliğini sürdürür. Ancak sebep ehliyetsizlik ya da şekil eksikliği (MK. m. 558/3 saklı kalmak kaydıyla) ise artık kısmi iptal söz konusu olamaz. Çünkü bu sebepler tüm ölüme bağlı tasarrufu etkileyecek niteliktedir.

İptal sebebinin sadece bir ya da birkaç tasarrufa ilişkin olduğu hallerde, o tasarruf ile iptali istenmeyen tasarruflar arasında, miras bırakanın söz konusu sakatlığı bilseydi diğer tasarrufları da yapmayacağı şekilde bir iç bağ varsa, o zaman BK. m. 20/2 örneksemeyle uygulanması sonucu ölüme bağlı tasarrufun tamamı geçersiz olur.

1) İPTAL DAVASININ TARAFLARI

a- Davacı

Medeni Kanunumuzun 558. maddesinin 1. fıkrasına göre: “İptal davası, tasarrufun iptal edilmesinde menfaati bulunan mirasçı veya vasiyet alacaklısı tarafından açılabilir.” . Bu açıdan kanuni mirasçılar ile atanmış mirasçılar arasında bir fark yoktur. İptal davası açabilmeleri için kanuni mirasçıların saklı pay sahibi olmaları da şart değildir. Sayıları birden fazla ise, birlikte hareket etmeleri gerekmez. Birlikte dava açabilecekleri gibi, tek başlarına da dava açabilirler.

b- Davalı

İptal davasında davalı ise, iptali istenen ölüme bağlı tasarruftan yararlanandır. Bu duruma göre atanmış mirasçı, belirli mal vasiyeti alacaklısı, mükellefiyet lehtarı veya vakfın yetkili organı şeklinde ortaya çıkabilir. Mirastan feragat veya çıkartmaya ilişkin ölüme bağlı tasarrufun iptali davası ise öteki kanuni mirasçılara karşı açılır.

Vasiyeti tenfiz memurunun iptal davasında davacı ya da davalı sıfatı taşıyıp taşıyamayacağı ise doktrinde tartışmalıdır. Davacı sıfatı açısından, genellikle vasiyeti tenfiz memurunun iptal davası açamayacağı kabul ediliyor. Yargıtay da 7.12.1955 gün ve 16/25 sayılı İçtihadı Birleştirme kararında bu fikri benimsemiş bulunuyor.

2) İPTAL DAVASINDA İSPAT YÜKÜ

İspat yükü öncelikle davacının üstündedir (MK. m. 6). Davacı, ölüme bağlı tasarrufun iptalini gerektiren bir sebebin mevcut olduğunu ispatlamak zorundadır. Davalı iddia edilen sebebin mevcut olmadığını ileri sürüp ispatlayabileceği gibi, dava açma süresinin geçtiğini ispatlamak suretiyle de davayı reddedebilir.

3) HÂKİMİN, İLERİ SÜRÜLEN İPTAL SEBEBİYLE BAĞLI OLUP OLMADIĞI

Bir vasiyetnamenin hata, hile veya tehdit sebebiyle iptali istenen bir davada, ileri sürülen sebebin varit olmadığı fakat bir şekil noksanı bulunduğu sonucuna varan hâkim, acaba davacının ileri sürmüş olmadığı şekil noksanına dayanarak tasarrufun iptaline karar verebilecek midir?

Doktrinde bu konu tartışmalı olup, konu ile ilgili Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun, 14.10.1964 tarihli ve E.1227/D-2 K. 629 sayılı kararında, davacının davasını, dayandırdığı sebep dışında bir sebeple hâkimin ölüme bağlı tasarrufun iptaline karar vereceğini kabul ettiği bir kararı da mevcuttur. Bu karara katılan görüşe göre, Yargıtay HGK’nun dayandığı HUMK. m. 76 sebebiyle, davacının dayandığı hukuki sebeple mahkemenin bağlı olmadığı, hâkimin hukuki sebebi re’sen tayin edeceği kabul görür. Aksi görüşe göre ise; Yargıtay HGK’nun dayanağı söz konusu maddeden böyle bir sonuç çıkartmak HUMK sistemine aykırıdır. Çünkü, HUMK. m.76. davanın dayanacağı hukuki sebebin tayini ile değil, hukuki sebep olarak davacı veya davalı tarafından ileri sürülen Kanun hükmünün mahkemeye ispatı gerekip gerekmeyeceği ile ilgilidir.

Kanımızca da, geçerli olmayan bir ölüme bağlı tasarrufun iptali için mutlaka dava açılmasını arayan bir sistemde, hakimin, dayanılmayan iptal sebebini re’sen dikkate almasını kabul etmek yerinde değildir.

4) İPTAL DAVASI AÇMA SÜRELERİ

Medeni Kanunumuzun konu ile ilgili 559. maddesi birbirinden farklı üç ayrı süre öngörmüştür.

Maddede belirtilen dava açma sürelerinin hiçbiri miras bırakanın ölümünden önce başlamaz. Çünkü hükümde kullanılan “hak sahibi olduğunun öğrenilmesi”, “vasiyetnamelerde açılma tarihinin” ve diğer hallerde “mirasın geçmesi tarihinden itibaren” ifadeleri, sürenin başlangıcı bakımından en erken sürenin miras bırakanın ölüm tarihi olduğunu göstermektedir.

EMK. da kullanılan “müruruzaman” terimi nedeniyle bu sürelerin bir zamanaşımı süresi olduğunun kabulü; yeni yasanın “hak düşürücü süreler” başlığı ile son bulmuştur. Nitekim iptal davası bozucu yenilik doğuran bir haktır.

Mevcut yasal düzenlememize göre üç farklı süre öngörülmüştür.

a- BİR YILLIK SÜRE

Medeni kanunumuzun 559. Maddesinin 1. fıkrasına göre, iptal davası açma hakkı, davacının tasarrufu, iptal sebebini ve kendisinin hak sahibi olduğunu öğrendiği tarihten başlayarak bir yıl geçmekle düşer.
Bu sürenin başlayabilmesi için, davacının hem ölüme bağlı tasarrufu hem de iptal nedeni ile hak sahibi olduğunu öğrenmesi gerekir. Ancak hiçbir halde süre miras bırakanın ölümümden önce başlayamaz. Çünkü miras bırakanın ölümünden önce bu davayı açmak mümkün değildir.

Davacının iptali istenilen ölüme bağlı tasarrufu, en geç, vasiyetnamenin açılıp bir örneğinin kendisine tebliğ veya ilan (MK. 597) edildiği tarihte öğrendiği varsayılır. Davacı vasiyetnamenin açılması için kendisine gönderilen davetiyeye uyarak vasiyetnamenin sulh mahkemesinde açılışında hazır bulunmuş ise, vasiyetnamenin açıldığı tarihte ölüme bağlı tasarrufu öğrendiği farz olunur.

b- ON YILLIK SÜRE

İlgili yasal düzenlemeye göre, davacı, tasarrufun varlığını, kendisinin hak sahibi olduğunu ve iptal sebebini, öğrenmiş olsun veya olmasın, bu öğrenememe kendi kusurundan ileri gelsin veya gelmesin, her halde vasiyetin sulh mahkemesi tarafından açıldığı, diğer tasarruflar bakımından ise mirasın geçmesi tarihinden itibaren on yıllık sürenin geçmesi ile dava açma hakkını kaybeder. Yeter ki, davalı iyiniyetli olsun.

c- YİRMİ YILLIK SÜRE

Kanunumuza göre iyiniyetli olmayan davalılara karşı açılacak iptal davası için her halde yirmi yılın geçmesi ile hak düşer. Bu süre; vasiyetnameler için tasarrufu, iptal sebebini ve hak sahibi olduğunu öğrendiğinden itibaren, miras sözleşmeleri bakımından ise mirasın geçmesi tarihinden itibaren başlar.

Davalının hangi anda kötü niyetli olması gerektiği doktrinde tartışmalıdır. Esas itibariyle davalının, tasarrufun yapıldığı anda kötü niyetli olması gerekir. Bununla beraber, çoğunluk tarafından kabul edildiğine göre, bir veya beş yıllık süreler içinde yani tasarrufun yapılmasından sonra da davalının kötü niyetli hale gelmesi yirmi yıllık sürenin uygulanmasını haklı kılar. Bir ve beş yıllık süreler tamamlandıktan sonra davalı kötü niyetli hale gelmişse, kendisine yirmi yıllık hak düşürücü süre uygulanmaz. Çünkü, kötü niyet, doğmuş bir iptal hakkını uzatabilirken, ortadan kalkmış olan iptal hakkına geçerlilik kazandırmaz.

5) İPTALİN DEFİ OLARAK İLERİ SÜRÜLMESİ

Medeni Kanun’un 559. Maddesinin 2. fıkrasına göre, sürelere ek olarak bir de daimî def’i hakkı düzenlenmiştir. Buna göre “Hükümsüzlük def’i olarak her zaman ileri sürülebilir”. Örneğin, vasiyeti ifa ile yükümlü mirasçılar, iptal davası için öngörülmüş süreleri kaçırmış bile olsalar, belirli mal vasiyetinin bir iptal sebebi ile sakat olduğunu, bu nedenle yerine getirmek istemediklerini vasiyet alacaklısına karşı ileri sürebileceklerdir.

6) İPTAL DAVASINDA YETKİLİ VE GÖREVLİ MAHKEME

Medeni Kanunumuzun 576. Maddesinin 2. fıkrasına göre, iptal davasında yetkili mahkeme, miras bırakanın son yerleşim yeri (ikametgahı) mahkemesidir.

Görevli mahkeme ise, asliye hukuk mahkemesidir ( HUMK. m. 11). Ancak, doktrinde, davanın, müddeabihin değerine göre sulh veya asliye hukuk mahkemesinde açılabileceğini savunanlar da vardır.

7) İPTAL KARARININ ETKİSİ

Geçmişe etkili gücü yönünden evlenmenin iptaline ilişkin yargıç hükmünden daha yaygın etkili sayılabilecek olan ölüme bağlı tasarrufun iptali hükmü, bu iptal etkisinin uygulamada sadece iptal davasının taraflarıyla sınırlı tutulması yönünden evlenmenin iptali hükmünden daha zayıf etkili sayılabilir.
Eğer ölüme bağlı tasarrufun iptali hükmü aslında bir yenilik doğurucu hüküm olduğu ve buna bağlı olarak herkese yaygın etki saçması gerektiği halde, sadece böyle nisbi bir etki saçıyorsa, bunun nedenini de “favor testamendi” ilkesinde ve iptal hükmünün herkese karşı etkili tutulmasını zorunlu kılacak bir kamu yararının mevcut bulunmamasında arayıp bulmak gerekir.

Bu durumda aleyhine iptal davası açılmamış kişiler için iptal olunan ölüme bağlı tasarruf varlığını sürdür. Diğer taraftan iptal davası açmamış kişiler için de iptal edilen ölüme bağlı tasarruf varlığını muhafaza eder.
İptal davasının bölümselliği ve tümelliği, yukarıda ayrıca açıklandığından bu konuya burada tekrar yer vermiyorum.

Yukarıda ölüme bağlı tasarrufun iptali konusu genel itibariyle açıklanmış olup bu hususlar somut olaya göre değişkenlik gösterebilmektedir. Bu nedenle hak kaybına uğramamak açısından avukat danışmanlığında hukuki sürecin yürütülmesi faydalı ve doğru olacaktır.


1Ayan, Mehmet, Miras Hukuku, Konya 2005, s. 118
2Ayan, age, s.119
3Oğuzman, Kemal/ Barlas,Nami, Medeni Hukuk –Giriş, Kaynaklar-Temel Kavramlar-, XIII. Bası, İstanbul 2006, s.152
4Arpacı, Abdülkadir, Kişiler Hukuku (Gerçek Kişiler), İstanbul 2000, s.11,12
5Arpacı, age s.16, 20
6Oğuzman/ Barlas, age, s.152
7Şenyüz, Doğan, Borçlar Hukuku, II. Bası, Bursa 2005, s.19; Arpacı, age s.34
8Arpacı, age s.38; Bu hususta ayrıntılı bilgi için bkz. Arpacı, age s.35 vd.; Şenyüz, age s.19
9Şenyüz, age s.20; Arpacı, age s.41 vd.
10Arpacı, age s.56
118 İşgüzar, Hasan, Yeni Türk Medeni Kanunu’na Göre Miras Hukuku Hükümlerindeki Değişiklikler ve Yenilikler, Ankara 2003, s.32; Dural/Öz, age s.57; Escher, age s.56-57
12Dural, Mustafa/ Öz, Turgut, Türk Özel Hukuku Cilt IV Miras Hukuku, İstanbul 2003, s.49
13Dural/Öz, age s.49
14Oğuzman, M. Kemal, Miras Hukuku, İstanbul 1995, s.145
15Ayan, Mehmet, Miras Hukuku, Konya 2005, s. 122
16Oğuzman/ Öz, age s. 79
17Hatemi, Hüseyin, Miras Hukuku, Gözden Geçirilmiş IV. Bası, İstanbul 2004, s.72
18Hatemi, age. s. 72
19Hatemi, age. s. 72 vd.
20Eren, Fikret, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 2001, s.379 vd.
21Serozan, Rona/ Engin, Baki İlkay, Miras Hukuku, Ankara 2004, s.207
22Ayan, age s.122
23Y.2HD., T.21.06.1984, E.5635, K.5826
24Oğuzman/ Öz, age s. 81
25Eren, Borçlar s.351
26Eren, Borçlar s.351 vd.
27Hatemi, age s.73
28Hatemi, age s.73 vd.
29Hatemi, age s.74
30Hatemi, age s.74
31Öztan, age s.170
32Öztan, age s.171
33Eren, İptal s.40; İmre/Erman, age s.209
34Eren, Borçlar s.365;
35Eren, Borçlar s.365 vd.
36İmre/Erman, age s.196
37Oğuzman, M. Kemal/ Öz, Turgut, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 2000, s.93
38Eren, Borçlar s.370.
39Akıntürk, Turgut, Borçlar Hukuku Genel Hükümler Özel Borç İlişkileri, İstanbul 2004,
40Eren, Borçlar s.372
41İmre/Erman, age s.198.
42Öztan, age s.171
43Eren, Borçlar s.373
44Eren, Borçlar s.373 vd
45Eren, Borçlar s.373
46Eren, Borçlar s.374
47Eren, Borçlar s.377; Oğuzman/Öz, age s.97;
48Oğuzman/Öz, age s.97; Eren, Borçlar s.377;
49Eren, Borçlar s.376;
50Eren, Borçlar s.376; Oğuzman/ Öz, age s.98
51Eren, Borçlar s.376
52Eren, Borçlar s.375;
53Eren, Borçlar s.376,377;
54Eren, Borçlar s.376,377;
55Eren, Borçlar s.377;
56Eren, Borçlar s.377;
57Serozan/Engin, age s.207
58Serozan/Engin, age s.207,293;
59Serozan/Engin, age s.207
60Serozan/Engin, age s.207
61Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi 2011 Miras Hukuku Ders Notlarından Derlenmiştir.



Yorum Yaz