Malpraktis (Tıbbi Hatalı Uygulama) Davaları

Malpraktis (Tıbbi Hatalı Uygulama) Davaları

Tıbbi hatalı uygulama (malpraktis), Dünya Tabipler Birliği’nin 1992 yılında yapılan 44. Genel Kurulu’nda kabul edilen bildirgesine göre “hekimin tedavi sırasında standart uygulamayı yapmaması, beceri eksikliği veya hastaya tedavi vermemesi ile oluşan zarar”, Tabipler Birliği Hekimlik Meslek Etiği Kurallarında ise “bilgisizlik, tecrübesizlik ya da hekimin hatasından dolayı hastanın zarar görmesi” şeklinde tanımlanmıştır. Bu anlamda uluslararası alanda en önemli düzenleme Anayasamızın 90. Maddesinin 5. fıkrası gereği iç hukukumuzun parçası olan Avrupa Biyotıp Sözleşmesi’dir. Sözleşmenin 4. Maddesinde malpraktis kavramı ile ilgili olarak “Araştırma dâhil, sağlık alanında her müdahalenin, ilgili meslekî yükümlülükler ve standartlara uygun olarak yapılması gerekir.” şeklinde düzenleme mevcuttur.

Hatalı tıbbi uygulamaya bağlı olarak ortaya çıkan şikayetler günümüzde sık sık gündeme gelmektedir. İstatistiksel olarak hastaneye yatırılan hastaların %3,7’sinde yatış süresini uzatan ve/veya taburculuk sırasında bir ek soruna neden olan, sonuçta zarar veren bir tıbbi yan etki ortaya çıkmaktadır. Bu yan etkilerin %58’i tıbbi bir hataya bağlıdır. Avrupa Birliği üyesi ülkeler ve Türkiye’de yapılan bir çalışmaya göre 15 yaş ve üzeri nüfusta Avrupa Birliği vatandaşlarının %78’inin, Türkiye’de ise vatandaşların %88’inin tıbbi hataları ülkeleri için önemli bir sorun olarak gördükleri belirlenmiştir.

Hal böyle olunca, insan kaynaklı olarak meydana gelebilen ve hastaların/danışanların yaşam hakkını doğrudan etkileyen tıbbi hatalar hukuk sistemimiz tarafından yaptırıma bağlanmıştır.

Ancak hemen belirtmek gerekir ki, makalemiz konusu malpraktisin tıbbi bakım ve tedavi sırasında görülen ve hekimin yahut sağlık çalışanlarının hatası olmayan komplikasyon durumlarından ayırt edilmesi gereği hasıl olmuştur. Hekimlerin hastanın zararına sonuçlanan tıbbi müdahalelerinde (yanlış teşhis veya yanlış tedavide) kusurunun olup olmamasına göre sorumluluğu doğacaktır, bu sebeple tıbbi müdahalenin doğru ve eksiksiz bir biçimde uygulanmasına rağmen, hasta bünyesinde oluşabilecek komplikasyonlardan hekim sorumlu tutulmayacaktır.

Hekimin teşhis ve tedavi anlamında bilimin gerektirdiği özeni ve ileri tıbbi teknikleri kullanmasına rağmen hastanın şifa bulamamış olduğu durumlarda hekimin cezai sorumluluğunun doğmayacağını belirtmekle beraber, hekimin cezai sorumluluğunu doğuran tıbbi hatalar; yanlış işlemi yapmak şeklinde yani icraî, doğru işlemi yapmamak şeklinde yani ihmal suretiyle icrâi ve yahut doğru işlemi yanlış yapmaktan dolayı ihmâli olarak meydana gelebilir. Hekimlerin yanlış teşhiste bulunması ve hastanın yanlış tedaviye yönlendirilmiş olması halinde ise hekim dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranışından sorumlu olacaktır -zira hekimlerin mesleklerinde yaptıkları tıbbi uygulamalarda kendilerinden beklenen özeni en yüksek şekilde göstermeleri elzemdir. Neticede mesleklerini icra ettikleri alan doğrudan insanların yaşam haklarıdır.

MALPRAKTİS DAVALARI KİMLERE YÖNELTİLEBİLİR?

1219 sayılı Tababet ve Şuabatı San ’atlarının Tarzı İcrasına Dair Kanun’unun 1. vd. maddeleri ile ve 6023 sayılı Türk Tabipler Birliği Yasası’nda tıbbi uygulamaları gerçekleştirebilecek kişiler düzenlenmiştir.

1219 sayılı Kanun’a göre tıbbi müdahalede bulunabilecek kişiler:
1- Hekimler,
2- Diş hekimleri,
3- Ebeler,
4- Sağlık memurları,
5- Sünnetçiler,
6- Hastabakıcı hemşirelerdir.

Önemle belirtmek gerekir ki; Tıp fakültesi son sınıf öğrencisi olan intörn hekimlerin tıp eğitimleri halen devam ettiği için hekimlik yapma yetkileri yoktur, yabancı uyruklu hekimler ise yalnızca özel hastaneler ve tıp merkezlerinde çalışabilmektedir.

MALPRAKTİS DAVA TÜRLERİ

Hekimin yanlış teşhis ve tedavisinden ve ihmalinden kaynaklı zararlarda, idarenin sağladığı sağlık hizmeti nedeniyle ortaya çıkan zararın tazmini için idare aleyhine, idare mahkemelerinde tam yargı davaları açılabilecekken hukukumuzda hekimler ya da sağlık personellerinin doğrudan karşı karşıya kalabileceği iki tür dava şekli mümkündür:

1- Maddi ve manevi zararların tazmini için açılan tazminat davaları
2- Eylemin Türk Ceza Kanunu anlamanın da suç kabul edildiği durumlarda açılan ceza davaları

MALPRAKTİS DAVALARINDA UYGULANACAK HÜKÜMLER

1- Haksız Fiil Sebebiyle Malpraktis Davası: Doktorun insan bedenine tıbbi standartlara aykırı bir şekilde yaptığı her türlü müdahale esasen haksız fiildir. Haksız fiil sorumluluğu, doktorun kusurlu hareketleri nedeniyle hastaya verdiği zararların tazmin edilmesini gerektirmektedir. Ancak, bazı hallerde hasta ile hekim arasında sözleşme olmadığı için hekimin sorumluluğu sadece haksız fiil hükümlerine göre mümkün hale gelir. Örneğin, özel hastanenin acil servisine gelen hastaya bakmayan doktor haksız fiil hükümlerine göre sorumlu tutulacaktır. Çünkü, acil servise gelen hasta ile doktor arasında henüz bir sözleşme ilişkisi yoktur.

2- Sözleşmeye Aykırılık Sebebiyle Malpraktis Davası:
Hangi sözleşme tipine ait kanun hükümlerinin uygulanacağı hususunun tespiti için hasta ile hekim arasındaki doğrudan ilişkinin mahiyeti belirlenmelidir. Öğretideki baskın görüş hekim ile hasta arasındaki akdin “vekâlet sözleşmesi” olduğu yönünde olup Yargıtay’ın yerleşik kararları da bu yöndedir. Bu niteleme gereği, tedaviden ve hekim hatasından zarar gören hastanın açacağı tazminat davasında sözleşmeye aykırılık hükümleri uygulanacaktır. Önemle belirtmek gerekir ki; vekalet sözleşmesinin niteliği gereği doktor en hafif kusuru nedeniyle meydana gelen zararın tamamından sorumludur

Lakin hekim hastanın vücudunda bir eser meydana getirmeyi vadettiği durumlarda eser sözleşmesi hükümlerinden bahsedilecektir. Vücuda monte edilen her türlü protez, estetik amaçlı güzellik uygulamaları ve plastik cerrahi uygulamaları bu duruma örnektir.

Eser sözleşmeleri; niteliği gereği belli bir sonucun elde edilmesinin kararlaştırıldığı sözleşmeler olduğundan, sonucun elde edilememesi kusurundan kaynaklanan doktor tazminat sorumluluğu altındadır.

3- Vekaletsiz İş Görme: Bu noktada belirtmek gerekir ki taraflar arasında herhangi bir sözleşme ilişkisinin olmadığı ve hastanın rızasının da olumlu ya da olumsuz yönde var olmadığı durumlarda, hekimin, hastanın yararına tıbbi bir müdahalede bulunması halinde vekaletsiz iş görmeden söz edilmektedir.

Örneğin, bilinci kapalı hastaya hekimin yaptığı müdahale, aniden fenalaşan bir kişiye çevrede bulunan bir hekimin ilk müdahalede bulunması gibi durumlarda hastanın varsayılan rızasına ve üstün özel yararına uygun bir tıbbi müdahale olduğundan, haksız fiil olarak değil vekaletsiz iş görme hükümlerine başvurulmalıdır. Hekimin hastasını aydınlatarak rızasını aldığı tıbbi müdahaleye başlaması ardından tıbbı müdahale devam etmekte iken daha önceden tespit edilememiş olan hayati bir durum ortaya çıkarsa ve hekim hastasının rızasını almadığı başkaca tıbbi müdahalelerle devam ederse yine vekaletsiz iş görmüş kabul edilir.

4- Hizmet Kusuru Sebebiyle Malpraktis Davası: Kamu hastaneleri veya sağlık kuruluşları; aile sağlık merkezleri, devlet hastanesi, devlet üniversitesi hastanesi, araştırma hastanesi gibi isimlerle kamu hizmeti organizasyonu sağlamakla yükümlü olduğundan hekimin kastı yahut ihmaliyle meydana gelmiş tüm tıbbi hatalardan idare sorumludur.

MALPRAKTİS DAVALARINDA HEKİMİN CEZAİ SORUMLULUĞU:

Doktor uygulama hatası, mağdura karşı taksirli veya kasıtlı bir hareketle işlendiğinde suç teşkil etmektedir. Tazminat sorumlusu doktorun suç teşkil eden fiili neticesinde yaralanma meydan gelmişse taksirle yaralama suçu, ölüm meydana gelmişse taksirle ölüme neden olma suçu işlenmiş olur.

MALPRAKTİS DAVALARINDA GÖREVLİ MAHKEME

Hatalı tıbbi teşhis ve tedavi sebebiyle davanın yöneltileceği şahıslar hastanın başvurduğu kurum ve kuruluşların niteliğine göre değişiklik gösterdiğinden, davayı görmeye görevli mahkeme de bu yönde değişecektir. Şöyle ki;

1- Şayet hasta doğrudan önceden seçtiği ve anlaştığı bağımsız bir hekime muayene ve tedavi olmuşsa, ilişki hasta ile hekim arasında kurulmuş olup tıbbi hatadan kaynaklı bir zarar ihtimalinde, tüketici mahkemesinde görülmek üzere malpraktis davası doğrudan hekime yönlendirilecektir.

Zira bağımsız doktorun uyguladığı tıbbi işlem 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun’un 3.maddesi uyarınca tüketici işlemi olarak tasnif edilmiştir:

“..l) Tüketici işlemi: Mal veya hizmet piyasalarında kamu tüzel kişileri de dâhil olmak üzere ticari veya mesleki amaçlarla hareket eden veya onun adına ya da hesabına hareket eden gerçek veya tüzel kişiler ile tüketiciler arasında kurulan, eser, taşıma, simsarlık, sigorta, vekâlet, bankacılık ve benzeri sözleşmeler de dâhil olmak üzere her türlü sözleşme ve hukuki işlemi,..”

2- Şayet hasta, doğrudan hekime başvurmak yerine, sağlık kuruluşuna gidip önceden seçtiği ve anlaştığı bir hekim yoksa hastane yönetiminin görevlendirdiği hekime muayene ve tedavi olmuşsa, bu durumda doğrudan ilişki hasta ile hekim arasında değil, hasta ile hastane arasında kurulmuş olacaktır. Burada, hastanenin türüne göre bir ayrım yapmak gerekmektedir:

A) Eğer hastanın başvurduğu kurum özel bir sağlık kuruluşu ise, hastanın tedavi için içeri alınmasıyla birlikte doktrinde “hasta kabul sözleşmesi” denilen sözleşmesel ilişki kurulur. Böylece hekim kendi adına değil, hastane adına tedaviyi üstlenir. Bu anlamda hekim, TBK.m.116’ya göre “ifaya yardımcı kişi” konumunda bulunduğundan sözleşme ilişkisi hastane ile hasta arasında kurulmuş olur, dolayısıyla tedaviyi yürüten hekim veya yardımcı personel sözleşmenin tarafı olmadığından hasta doğrudan hastane ile muhatap olur.

B) Eğer hastanın başvurduğu kurum bir kamu hastanesi ise, hasta ile hastane arasında bir sözleşme ilişkisi kurulmuş olmaz, kamu görevlisi olarak tedaviyi üstlenen hekim ile hasta arasında da doğrudan bir ilişki yoktur -zira hasta kamu hizmetinden yararlanmaktadır. Bu nedenle de hasta malpraktis kaynaklı tazminat yahut ceza davasını doğrudan hekime yöneltemeyecek, hizmet kusuru nedeniyle kamu hastanesinin bağlı bulunduğu devlet kurumuna karşı dava açabilecektir.

Zira kamu hastanelerinde çalışanlar kamu görevlisi olduklarından 657 sayılı yasanın 36/3. ve Anayasa’nın 40/2. maddeleri nedeniyle haklarında doğrudan dava açılamaz, Anayasa’nın 129/5. maddesi gereği yalnızca ilgili kamu kuruluşuna karşı dava açılabilmektedir.

Anayasa’nın 129. maddesi 5.fıkrasına göre “Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir.”

657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 13.maddesine göre de: “Kişiler kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan dolayı bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar.”

Ezcümle, kamu hastanelerinde yapılan tıbbi müdahale ve bakım hizmeti yüzünden zarar gören kişi, öncelikle devleti veya ilgili kamu tüzel kişisini dava edebilecek; davacıya tazminat ödemek zorunda kalan devlet de ilgili personele rücu edebilecektir. Hizmet kusurundan ayrılabilen kişisel kusura dayalı doktor hataları nedeniyle açılacak tazminat davaları adli yargı yerlerinde görülmektedir (HGK-K.2001/643)

Devlet hastanesi ile hasta arasındaki uyuşmazlıklar için yetkili mahkeme İdare mahkemeleri; hasta ile hekim ve özel hastane ile hekim arasındaki uyuşmazlıklar için görevli mahkeme Tüketici Mahkemesidir.

Önemle belirtmek gerekir ki, hekimin mesleki sorumluluk sigortası yaptırmış olması durumunda; tıbbi malpraktis nedeniyle doktorun sigorta şirketine karşı açılacak davalarda görevli mahkeme “asliye ticaret mahkemesi” olarak düzenlenmiştir. Doktorun tıbbi uygulama hatasını sigortalayan sigorta şirketine karşı açılacak tazminat davası, 6102 sayılı TTK’nın 143 vd. maddelerine göre yürütülecektir zira sigorta şirketinin ticari faaliyeti kapsamında doktor ile yapmış olduğu sigorta sözleşmesi, mutlak bir ticari iş olarak kabul edilmiştir. Hem yanlış teşhis veya tedaviyi yapan doktor hem hastane işleticisi hem de doktorun hatasını sigortalayan sigorta şirketi aleyhine birlikte açılabilir.

YARGITAY UYGULAMASINDA MALPRAKTİS:

Yargıtay uygulamasına göre aşağıdaki hallerde ayrıca tazminat hükümlülüğü doğmaktadır:

I. Testler yapılmadan hastalığın teşhisine gidilmesi,
II. Kan grubu tespitinde hata yapılması,
III. Cerrahi müdahalede kullanılan araç ve gereçlerin bozuk olması,
IV. Ameliyatı takiben kullanılan kompresin gereğinden fazla sıcak olması ve yanıklara yol açması,
V. Ruh hastasının kontrol edilmemesi nedeniyle intiharı,
VI. Yangına karşı gerekli tedbirlerin alınmaması,
VII. Bozuk yiyecek verilmesi yüzünden zehirlenmelere yol açılması,
VIII. Yeterli ısıtma yapılmadığı için hastalığın ağırlaşması,
IX. Yeni hastalığa sebebiyet verilmesi.

MALPRAKTİS DAVALARINDA ZAMANAŞIMI

Tıbbi müdahaleden önce hastadan gerekli izin veya onay alınmadan vekaletsiz iş görme gerekçesiyle açılan malpraktis davalarında zamanaşımı süresi 10 yıl olup vekalet sözleşmesine ve eser sözleşmesine dayanılarak açılacak olan malpraktis davalarında zamanaşımı 5 yıldır.

Belirttiğimiz bu süreler hekimin hatalı yahut ihmali uygulamasından kaynaklı tazminat sorumluluğuna ilişkin olup doktorun cezai sorumluluğunun doğduğu durumlarda bu süreler uygulanmayacaktır.

Yukarıda malpraktis (tıbbi hatalı uygulama) davaları konusu genel itibariyle açıklanmış olup bu hususlar somut olaya göre değişkenlik gösterebilmektedir. Bu nedenle hak kaybına uğramamak açısından avukat danışmanlığında hukuki sürecin yürütülmesi faydalı ve doğru olacaktır.

KAYNAKÇA:

Polat O, Pakiş I. Tıbbi uygulama hatalarında hekim sorumluluğu. Acıbadem Üniversitesi Sağlık Bilimleri Dergisi.

Top M, Gider Ö, Taş Y, Çimen S. Hekimlerin tıbbi hatalara neden olan faktörlere ilişkin değerlendirmeleri : Kocaeli ilinden bir alan çalışması. Hacettepe Sağlık İdaresi Dergisi 2008;11:2.


Yorum Yaz