Türk Borçlar Hukukunda Mücbir Sebep Nedeniyle İfa İmkansızlığı Ve İfa Güçlüğü

Türk Borçlar Hukukunda Mücbir Sebep Nedeniyle İfa İmkansızlığı Ve İfa Güçlüğü

I. MÜCBİR SEBEP

Mücbir sebep kavramının 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda (“TBK”) bir tanımı olmamakla birlikte, kavram doktrin ve Yargıtay içtihatları çerçevesinde Türk Hukuku’nda tanımlanmıştır. Hâkim görüşe göre, Türk hukukunda mücbir sebep kaçınılmaz ve öngörülemez olarak borçlunun borcunun ihlâli sonucunu doğuran haricî olaydır.

Mücbir sebep sürekli veya geçici olabilir. Mücbir sebep sürekli nitelikte ise mücbir sebebin ortaya çıktığı andan itibaren borçlunun sözleşme ile taahhüt ettiği edimi ifa etmesi mümkün değildir. Buna karşılık, mücbir sebep geçici ise mücbir sebep teşkil eden olay devam ettiği sürece borcun ifası ertelenir. Mücbir sebep sona erdikten sonra borçlu borcunu yerine getirmekle yükümlüdür.

Bir hususun mücbir sebep olabilmesi için;
a) Hukuki ilişkinin kurulduğu an itibariyle mücbir sebebin taraflarca öngörülemeyecek, veyahut öngörülse dahi etkilerinin bu denli büyük olacağının öngörülemeyecek olması,
b) Mücbir sebebin tarafların kontrol alanının dışında gerçekleşmiş olması,
c) Gereken tüm önlemlerin alınmasına rağmen mücbir sebebin, tarafların sözleşmeden kaynaklanan edimlerini yerine getirmesini imkansızlaştırmasının önlenemeyecek olması gerekir.

Günümüzde hâkim görüşe göre, doğa olayları, hukukî olaylar, insan kaynaklı, yani beşerî olay ve davranışlar, sosyal olaylar mücbir sebep teşkil edebilir. Mücbir sebep sayılan şiddetli fırtına, tufan, tayfun, kasırga, don, volkanik etkinlikler, deprem, yer çökmesi, heyelan, tsunami, sel, kuraklık doğa olayıdır (ICC Mücbir Sebep Klozu 2003, par. 3). Aynı şekilde, diğer unsurları da sağlamak koşuluyla mücbir sebep olarak kabul edilen ithalat ve ihracat yasakları, ambargo, abluka, sınırların kapatılması, düşman mallarına el konulması, para piyasalarının kontrolü gibi olaylar hukukî olaydır. Keza, mücbir sebep olabilecek savaş, isyan, ihtilal, darbe, zorla alınmış güç, Çernobil faciası gibi nükleer felaketler beşerî olaydır. Siyasî amaçla yapılan grev ise sosyal bir olaydır. Zira, siyasi amaçlı grevin amacı, kural olarak meslekî çıkarlara ilişkin değildir. Bu durumda, siyasi amaçlı grev kanun dışı grevdir.

Mücbir sebep mutlak değil, nispî bir kavramdır. Bir olayın mücbir sebep olup olmadığı mevcut şartlar dikkate alınarak belirlenir. Aynı olay, meydana geliş şekline ve sonuçlarına göre mücbir sebep veya beklenmeyen hâl olarak nitelendirilebilir. Bir olay grubunun önceden mutlaka mücbir sebep, başka bir olay grubunun ise beklenmeyen hâl olarak sınıflandırılması mümkün değildir. Örneğin kiralanmış bir ata yıldırım düşmesi kira sözleşmesinde mücbir sebep olarak değerlendirilirken, bir elektrik şebekesine düşen yıldırım mücbir sebep değildir. Keza, ihtilal ve isyanların çok sık yaşandığı bir yerde bu olaylar mücbir sebep niteliğini haiz değildir.

Mücbir sebebin varlığı için olayın meydana gelmiş olması gerekir. Olayın ortaya çıkma tehlikesinin veya ihtimalinin bulunması mücbir sebep için yeterli değildir. Birden fazla olay da mücbir sebep sayılabilir. Mücbir sebebi doğuran olayın tek bir olay olması gerekmez.

Mücbir sebebin varlığını iddia eden bunu ispatla yükümlüdür. Sorumlu kişi, borcun ifa edilememesine neden olan olayın tespit edilememesi riskine kendisi katlanır. Mücbir sebep, tarafların kusurundan bağımsızdır. Bu sebeple, borçlunun mücbir sebebin meydana gelmesinde kusurunun bulunmadığını ispatlaması gerekmez.

İfa imkânsızlığı, borçlunun kusuru sonucu meydana gelmişse mücbir sebep söz konusu olmaz. Borçlu, kusuru sonucu ortaya çıkan ifa imkânsızlığından sorumludur. Örneğin bir kişi suç işlediği ve mahkûm olduğu için ticarî işletmesi tasfiyeye uğramışsa borçlu kusurludur, burada mücbir sebep yoktur.
Taraflar, sözleşmede hangi olayların mücbir sebep olarak nitelendirileceğini kararlaştırabilir. Bu durumda, sözleşmede yer alanlar dışındaki olaylar mücbir sebep sayılmaz. Ancak, tarafların mücbir sebep olarak ileri sürdüğü olayın gerçekten bu nitelikte olup olmadığının hâkim tarafından değerlendirilmesi gerekir.

II. İFA İMKÂNSIZLIĞI

6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) 27/1. maddesinde bahsi geçen imkânsızlık, sözleşmenin başlangıç aşamasında var olan imkânsızlık durumudur. Buna göre başlangıçtaki imkânsızlık, aynı Kanun'un 136. maddesinde düzenlenen sözleşmenin kurulmasından sonraki imkânsızlıktan farklı olup, sonraki imkânsızlık hâli sözleşmenin kurulmasından sonra ancak ifasından önce meydana gelen imkânsızlıktır. Sonraki imkânsızlık hâli ifanın gerçekleşmesini engeller (Kılıçoğlu, A. Mithat: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Ankara 2012, s. 98). Buradan hareketle her iki imkânsızlık hâlinin tabi olduğu hükümler farklılık arz etmektedir.

Sonraki imkânsızlığın ele alındığı TBK'nın 112'de imkânsızlığın meydana gelmesinde kusuru bulunan borçlunun tazminat yükümünden; TBK 136'da ise, sonradan ortaya çıkan imkânsızlıkta kusuru bulunmayan borçlunun herhangi bir tazminat ödemek zorunda kalmaksızın borcundan kurtulacağı düzenlenmektedir (Gündoğdu, Fatih: Borca Aykırılık Hallerinden Kusurlu İfa İmkânsızlığı ve Hukukî Sonuçları, İstanbul 2014, s. 93).

Mücbir sebep halinde borç tamamen imkansızlaşabileceği gibi, kısmi olarak da imkansızlaşabilir. Bu durumda da borçlu borcun sadece imkansızlaşan kısmından sorumlu olmaktan kurtulacaktır. Ancak taraflar, kısmi ifa imkânsızlık önceden öngörülseydi böyle bir sözleşmenin yapılmayacağı konusunda açıkça anlaşırlarsa, borcun tamamı sona erecektir.

Borcun kısmen ifa edilmesini kabul edip etmemekte takdir yetkisi alacaklıda olup, eğer alacaklı kısmi ifaya razı olursa, karşı edim de o oranda ifa edilir. Alacaklının böyle bir ifaya razı olmaması veya karşı edimin bölünemeyen nitelikte olması durumunda ise, tam imkânsızlık hükümleri uygulanır.

BK'nun 136. maddesinde;
"Borcun ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle imkânsızlaşırsa, borç sona erer.
Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde imkânsızlık sebebiyle borçtan kurtulan borçlu, karşı taraftan almış olduğu edimi sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca geri vermekle yükümlü olup, henüz kendisine ifa edilmemiş olan edimi isteme hakkını kaybeder. Kanun veya sözleşmeyle borcun ifasından önce doğan hasarın alacaklıya yükletilmiş olduğu durumlar, bu hükmün dışındadır.

Borçlu ifanın imkânsızlaştığını alacaklıya gecikmeksizin bildirmez ve zararın artmaması için gerekli önlemleri almazsa, bundan doğan zararları gidermekle yükümlüdür." şeklinde düzenlenmiştir.
Anılan madde uyarınca ifa imkânsızlığı, borcun ifasının borçlunun elinde olmayan nedenlerden kaynaklı olarak imkânsız olmasını ifade etmektedir. Diğer bir deyişle; ifanın imkânsız hale gelmesi, borçlunun edimini yerine getirmesine engel olan, giderilmesi imkânı bulunmayan deprem gibi mücbir bir sebebin ortaya çıkması olarak değerlendirilmelidir. Bu imkânsızlık geçici olabileceği gibi sürekli ve kesin de olabilmektedir. Yüksek mahkeme vermiş olduğu kararlarda; tarafların kontrolü dışında gerçekleşen mücbir sebep nedeniyle tarafların kurmuş oldukları hukuki ilişki bağlamında ifa etmekle yükümlü olduğu yükümlülüklerin yerine getirilmesi engelleniyor ise ifa imkânsızlığına ilişkin hükümlerin uygulanması gerektiğine hükmetmektedir.

Buna karşılık borçlanılan edimin bir kısmı imkânsız hale gelmişse kısmi imkânsızlık söz konusu olacaktır. Kısmi imkânsızlık, objektif ve sürekli olarak edimin bir kısmının ifasını ortadan kaldırmışsa, bu durum TBK’nun 27/II. maddesi düzenlemesine göre, sözleşmenin geçerliliğinin etkilemeyecek olup, kısmi butlan söz konusu olacaktır. Bu halde ifa imkânsızlığı edimin bir kısmında olduğu için, taraflar sadece edimin imkânsızlaşan kısmından karşılıklı olarak sorumluluktan kurtulacaktır.

Doktrinde ve uygulamada bir de başlangıçtaki ifa imkansızlığı ve sonraki ifa imkansızlığı diye ikili bir ayrım yapılmaktadır. Taraflar arasında borçlanılmış olan edim, sözleşmenin kuruluş aşamasında imkânsız ise başlangıçtaki imkânsızlıktan, borç ilişkisinin kurulduğu sırada edimin ifası mümkün olmakla birlikte edim sonradan beklenilmeyen bir mücbir sebepten dolayı imkânsız hale gelmişse, sonraki imkânsızlıktan söz edilecektir.

TBK’nun 137. maddesinde;
“Borcun ifası borçlunun sorumlu tutulamayacağı sebeplerle kısmen imkânsızlaşırsa borçlu, borcunun sadece imkânsızlaşan kısmından kurtulur. Ancak, bu kısmi ifa imkânsızlığı önceden öngörülseydi taraflarca böyle bir sözleşmenin yapılmayacağı açıkça anlaşılırsa, borcun tamamı sona erer.
Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde, bir tarafın borcu kısmen imkânsızlaşır ve alacaklı kısmi ifaya razı olursa, karşı edim de o oranda ifa edilir. Alacaklının böyle bir ifaya razı olmaması veya karşı edimin bölünemeyen nitelikte olması durumunda, tam imkânsızlık hükümleri uygulanır.” denilmiştir.
İfa imkânsızlığının aşağıda belirteceğimiz sonuçlarının tatbik edilebilmesi için bazı unsurların bir arada olması gerekmektedir.

a- İfa Objektif Olarak İmkânsızlaşmalıdır.
Borçlanılan edim borçlu da dahil hiç kimse tarafından ifa edilemiyorsa, objektif imkânsızlık söz konusudur. Borçlanılan edimin yalnız borçlu tarafından ifasının mümkün olmamasına sübjektif imkânsızlık denir. Kişiye sıkı sıkıya bağlı edimlerde borçlunun edimi ifası imkânsız hale gelirse, sübjektif değil, objektif imkânsızlık söz konusu olacaktır. Tabi belirtmek isteriz ki; objektif imkânsızlık şartı başlangıçtaki imkânsızlık için önemli olup, sonraki imkânsızlık için bu gibi bir ayrım önem taşımamaktadır.

b- İmkânsızlık Durumunun Sürekli ve Kesin Olması Gerekir.
TBK’nun 136. maddesi uyarınca ifa imkansızlığına ilişkin hükümlerin tatbik edilebilmesi veya TBK’nun 112. maddesi uyarınca ilgili kişi aleyhine tazminat sorumluluğuna gidilebilmesi için taraflarca kurulan hukuki ilişki bağlamında borçlanılan edimin ifasına ilişkin imkânsızlığın sürekli ve kesin olması gerekmektedir.
c- İmkânsızlık Neticesinde Edim Tamamen İfa Edilemez Hale Gelmelidir.

İmkânsızlıkla ilgili hükümlerin uygulanabilmesi için, edimin ifa edilmesine engel olan mücbir sebebin, taraflar arasındaki borç ilişkisine konu olan edimin, imkânsızlık nedeniyle hiçbir zaman hiçbir suretle ve hiç kimse tarafından yerine getirilememelidir. Nitekim ifa imkânsızlığından söz edilebilmesi ve imkânsızlığa bağlanan hüküm ve sonuçların uygulanabilmesi için bu şartın, yani edimin bir bütün olarak mutlak surette ifa edilebilecek durumda olmaması gerekmektedir. Örneğin depremde yıkılan taşınmaza ait molozların hurda değeri olmakla birlikte, bunun ifasının edim konusunun ifası niteliğinde olmayacağı açıktır.

d- Borçlu imkânsızlıktan sorumlu olmamalıdır.
Borçlu, edimin imkânsız hale gelmesinden sorumlu olmamalıdır. Edimin imkânsızlaşmasına yol açan sebepler borçluya yükletilemediği takdirde, borçlu sonraki imkânsızlıktan sorumlu olmayacaktır. Aksi taktirde borçlu ifanın imkansızlığına kendi eliyle sebebiyet vermişse mutlak sorumlu olacaktır.

III. İFA İMKANSIZLIĞININ SONUÇLARI

İfa imkansızlığının sonuçlarını maddeler halinde sıralayacak olur isek;

  1. İfa imkansızlığı hallerinde, edimi ifası imkansız hale gelen taraf, diğer tarafa İfanın imkansızlaştığını mümkünse yazılı olarak gecikmeksizin bildirmelidir. Diğer taraftan zararın artmaması için gerekli önlemleri almalıdır.
  2. İlk maddede belirtilen şartları yerine getirmeyen taraf, mücbir sebepten kaynaklı olarak meydana gelen tüm zararları gidermek durumunda kalacaktır. Tabii ki bu şartlar, her somut olay özelinde ayrı ayrı değerlendirmeye alınmalıdır.
  3. TBK’nun 136. maddesine göre sadece, borçlunun ortaya çıkan imkânsızlıktan sorumlu olmadığı hallerde borç sona erecek, buna karşın borçlunun sorumluluğu ile imkânsızlık meydana gelmiş ise borç sona ermeyip sadece içeriği değişecek ve imkânsızlaşan asli edim yükümlülüğü yerini ikincil nitelikteki tazminat yükümlülüğü alacaktır.
  4. Taraflar ayrıca belirtilen koşullar sağlandığı taktirde TBK’nun 136 vd. maddeleri uyarınca aşağıdaki koşulların varlığı halinde mahkemeden sözleşmenin uyarlanmasını ya da feshini talep edebilecektir. Sözü geçen hüküm borçlu için iki çözüm yolu getirmektedir. Sözleşmenin değişen koşullara uyarlanması ve sözleşmenin feshi.
    IV. İFA GÜÇLÜĞÜ
    Sözleşme, belirli bir hukukî sonucu meydana getirmek için tarafların karşılıklı ve birbirine uygun irade beyanlarından oluşan hukukî işlemdir (Tekinay, Selahâttin Sulhi/Akman, Servet/Burcuoğlu, Hâluk/Altop, Atillâ: Borçlar Hukuku Genel Hükümler, İstanbul 1993, s. 43 vd.). Karşılıklı borç yükleyen sözleşmelerde alacaklı kararlaştırılan alacağa sahip olur, borçlu ise alacaklıya karşı belirlenen edimi yerine getirmek zorunda kalır. Sözleşme ilişkisi geçerli olarak kurulduktan sonra, borçlu yararı bulunmadığı gerekçesiyle borcunu ifadan kaçınamaz. Zira, sözleşmelerin temel prensibi tarafların taahhüt ettikleri edimi ifa etmekle yükümlü olmasıdır. Buna “sözleşmeye bağlılık” (ahde vefa, pacta sunt servanda) ilkesi denir.

    Ancak sözleşme yapıldığında taraflarca öngörülmeyen olağanüstü bir durumun ortaya çıkması ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları borçlu aleyhine, kendisinden ifanın istenmesi dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede olağanüstü durumlar vaki olabilmektedir. Vaki olan bu olağanüstü hal, uygulamada sözleşmeye karşı ahde vefa ve sözleşme adaleti ilkeleri arasında bir çelişki ortaya çıkarmakta ve artık bu ilke kapsamında borçludan sözleşmeye sıkı sıkıya bağlı kalarak edimini tam ve gereği gibi ifa etmesini beklemek hakkaniyete aykırı bir durum haline gelmektedir.

    Kanun koyucu da sözleşmenin kurulmasından sonra meydana gelen ve öncesinde taraflarca öngörülemeyen ya da öngörülmesi mümkün olmayan durum değişiklikleri nedeniyle borçludan sözleşmenin yapıldığı andaki gibi aynen ifasının istenmesini hakkaniyete aykırılık olarak görmektedir. Bu durumla ilgili 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 138. maddesinde;

    “Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır. Bu madde hükmü yabancı para borçlarında da uygulanır.” denilmiştir.

    TBK'nun 138. maddesi uyarınca, aşırı ifa güçlüğüne dayanarak sözleşmenin uyarlanması talep edebilmek, bunun mümkün olmaması halinde de sözleşmeden dönebilmek için aşağıda belirtmiş olduğumuz şartların bir bütün olarak gerçekleşmesi gerekmektedir;

    a- Sözleşme Kurulurken Mevcut Bulunan Koşullar ile Sözleşmenin İfası Anında Bulunan Koşullar Arasında Olağanüstü Bir Değişiklik Bulunması
    Sözleşmenin değişen koşullara uyarlanması için öncelikli olarak bulunması gereken şart, sözleşmenin kurulduğu anda mevcut olan koşullar ile sözleşmenin ifası anında bulunan koşullar arasında olağanüstü bir değişiklik olmasıdır. Yargıtay vermiş olduğu kararlarda olağanüstü hal durumunu mücbir sebep bağlamında değerlendirmektedir. Mücbir sebep denilince akla ilk olarak deprem, sel, kuraklık, gibi örnekler gelmektedir. Dolayısıyla yakın tarihte yaşanan deprem olayı mücbir sebep kapsamında değerlendirilecektir. Taraflar arasında akdedilen sözleşmelerin ifası deprem nedeniyle güç hale geldi ise edimini ifa edemeyen taraf TBK 138. maddeden yararlanabilecektir.

    b- Değişen Koşullar Nedeniyle Tarafların Yüklendikleri Edimler Arasındaki Dengenin Aşırı Ölçüde Bozulmuş Olması
    İfa güçlüğü nedeniyle sözleşmenin uyarlanmasını talep edebilmenin bir diğer koşulu ise edim dengesinin hangi durumlarda sözleşmenin uyarlanmasına vücut verecek derecede bozulduğunu tespit edilmesidir. Zira her sözleşme bir miktar risk taşımaktadır ve sözleşmenin uyarlanması müessesesi de doğal olarak muhtemel olmayan mücbir sebep kapsamındaki olağandışı risklerle alakadar olacaktır. Bu bakımdan sözleşmenin uyarlanması ancak ve ancak taraflar arasındaki edim ve karşı edim arasındaki dengenin tahmin edilemeyecek derecede bozulması halinde mümkün olacaktır.

    c- Edimlerin İfa Edilmemiş veya İfanın Aşırı Ölçüde Güçleşmesinden Doğan Haklarını Saklı Tutarak İfa Edilmiş Olmalıdır
    Uyarlama talep edilebilmesi için edimin henüz ifa edilmemiş olması yahut ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan hakların saklı tutularak ihtirazi kayıt şerhi düşülerek ifa edilmiş olması gerekir. Zira yüksek mahkeme değişen hal ve şartlara rağmen edimini “ihtirazi kayıt” koymaksızın ifa etmiş olan kişinin uyarlama talep etme hakkı kalmayacağına yönelik kararlar vermektedir. Uygulamada özellikle kira ve kredi sözleşmelerinde gerek kiralayanların ihtar hakkını önlemek gerekse bankaların icra takipleri sebebiyle tüm malvarlıklarını kaybetmek tehlikesinden korunmak amacıyla borçlular şartlarını zorlayarak borçlarını ihtirazi kayıt koyarak ifa etmeye çalışmaktadırlar.

    d- Değişen Hal ve Şartların Ortaya Çıkmasında Borçlunun Kusurunun Bulunmaması
    Sözleşmenin kurulmasından sonra hal ve şartlarda ortaya çıkan değişiklikte borçlunun bir diğer deyişle uyarlama isteyen tarafın kusurunun bulunuyor olması uyarlama hakkının kullanılmasına engel teşkil edecektir. Örnek Yargıtay kararlarına bakacak olursak müteahhidin işin organizasyonunda gerekli önlemleri almaması, tacirin devalüasyonun meydana gelmesinden sonra sözleşme yapması, borçlunun zamanında alacağı tedbirlerle ifanın güçleşmesinin doğuracağı etkilerden kurtulma şansı var iken, bu imkândan yararlanmaması vs. hallerinde aşırı ifa güçlüğü yaratan olgunun borçluya isnat edilebileceğini söyleyebiliriz. Bu konuda Yüksek Mahkemede çok nettir. Örneğin Yargıtay 13. Hukuk Dairesi E. 2013/16898 K. 2014/18895 künyeli kararında “Aşırı ifa güçlüğü yaratan olgu borçludan kaynaklanmamalıdır. Olgunun kendisinin borçludan kaynaklanmaması yanında, bunun aşırı ifa güçlüğü yaratması da borçludan kaynaklanmamalıdır.” Şeklinde hüküm kurarak borçluya mutlak olarak kusur atfedilmemesi gerektiği şartını vurgulamıştır.
    İzah etmeye çalıştığımız bu şart deprem neticesinde meydana gelen ifa güçlüklerinde uygulama alanı bulmayacaktır. Nitekim Deprem nedeniyle borçlunun borca aykırı davranması, kusura dayanan bir eylem değildir. Bu nedenle borçlunun edimi ödemede güçlüğe düşmesi, kusurlu davranışının değil mücbir sebep olan depremin sonucudur.

    e- Değişen Hal ve Şartların Sözleşmenin Kurulmasından Önce Tahmin Edilebilir veya Beklenebilir Olmaması
    TBK’nun 138. maddesi çerçevesinde aşırı ifa güçlüğü nedeniyle sözleşmenin uyarlanmasının temel şartlarından biri de sözleşmenin kurulduğu andaki şartların sonradan tahmin edilemeyecek şekilde değişmiş olmasıdır. Mücbir sebep teşkil eden bütün olaylar, makul düşünen bir insan tarafından öngörülebilecek nitelik taşımadığından, önceden tahmin edilemez niteliktedir.

    UYARLAMA TALEP EDİLMESİNİN SONUÇLARI
  • Sözleşmenin taraflarından birinin bir dilekçe ile mahkemeye başvurması üzerine, sözleşmenin uyarlanması süreci başlamış olacaktır. Sözleşmenin uyarlanmasının talep edilmiş olması karşısında, talebi ele alan mahkeme öncelikle kanunda yer alan uyarlama talebinde bulunma şartlarının gerçekleşip gerçekleşmediğini tespit edecektir.
  • Gerekli yasal şartlar oluşmuş ise mahkeme bu defa taraflardan birinin sözleşmenin değişen şartlara uyarlanması talebi karşısında sözleşmede, daha sonra kanunda, uyarlamaya ilişkin bir hüküm bulunup bulunmadığını, araştıracak ve ne sözleşmede ne de kanunda bir hüküm yoksa ancak o takdirde sözleşmenin değişen koşullara uyarlanmasının gerekip gerekmediğini takdir edecektir.
  • Daha sonra ise mahkeme, sözleşmenin yeni durumlara uyarlanması yapılırken önce sözleşmede, daha sonra kanunda bu hususta intibak (sözleşmede mücbir sebebe ilişkin bir kayıt) hükümlerinin bulunup bulunmadığına bakacaktır. Sözleşmede ve kanunda hüküm bulunmadığı takdirde sözleşmenin değişen hal ve şartlara uydurulmasının gerekip gerekmeyeceği incelenecektir.
  • Bu tetkikler neticesinde mahkeme, sözleşmenin uyarlanması konusu, kanunda veya sözleşmenin kurulduğu sırada sözleşmeye eklenen bir uyarlama kaydıyla düzenlenmişse, ihtilaf durumunda bu hükümlerin uygulanması mahkemenin görevidir.
  • Kanunda veya sözleşmede değişen koşullara ilişkin herhangi bir düzenleme olmaması hali ise, hâkimin sözleşmenin uyarlanıp uyarlanmayacağına bizzat karar vereceği, dar anlamda sözleşmeye müdahale durumunu oluşturacaktır.
  • Mahkeme, sözleşmenin uyarlanması şartlarının varlığını inceledikten sonra bu şartların varlığı halinde, TBK hükmü karşısında öncelikle uyarlama yolunu deneyecektir. TBK’nun 138. maddesi uyarınca uyarlamanın mümkün olmadığı halde sözleşmeyi sona erdirilebilecektir.
  • Uyarlama talebinin hâkimin önüne gelmesi durumunda mahkeme sözleşmede herhangi bir boşluk bulunmadığı, dolayısı ile uyarlamanın gerekmediği, kanısında olması halinde davayı reddedebilecektir.
    Yukarıda mücbir sebep nedeniyle ifa imkansızlığı ve ifa güçlüğü konusu genel itibariyle açıklanmış olup bu hususlar somut olaya göre değişkenlik gösterebilmektedir. Bu nedenle hak kaybına uğramamak açısından avukat danışmanlığında hukuki sürecin yürütülmesi faydalı ve doğru olacaktır.

Yorum Yaz